ÖZELLEŞTİRME, YAP-İŞLET-DEVRET, KAMU ÖZEL SEKTÖR İŞBİRLİĞİ
Fikret Gülen
Son yıllarda kamunun geleneksel olarak varlığını sürdürdüğü alanlara özel sektörün özelleştirme ve yap-işlet-devret uygulamaları ile girmesi bütün ülkelerde yaygınlık kazandı. Ülkemizde de 1980‘li yıllardan itibaren kamunun büyük finansman ihtiyacı gösteren yatırımlarının önemli bir bölümü yap-işlet-devret modeli çerçevesinde finanse edildi ve kamu varlıklarının çoğu özelleştirme yoluyla özel sektöre devredildi.
Yap-işlet-devret ile ilgili ilk yasal düzenleme 1984 yılında yapıldı.
Yap-işlet-devret uygulamaları ile ilgili ilk yasal düzenleme 4.12.1984 tarih ve 3096 sayılı Kanun‘dur. Bu yasayla özel sektöre de elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticaretiyle ilgili yatırım yapma ve bu konularda faaliyette bulunma olanağı tanındı. Bu kanun kapsamında elektrik santrali projelerinden 11 tanesinde ilgili kamu kuruluşlarının yükümlülüklerine Hazine Garantisi verildi. 1988 yılında 3465 sayılı Kanun ile özel sektör kuruluşlarının otoyol yapımı, bakımı ve işletmesine olanak sağlandı. 21 adet otoyol, Hazine garantisi olmaksızın yap-işlet-devret modeli ile gerçekleştirildi.[1]
1994 yılında yürürlüğe giren 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile hemen her sektördeki altyapı projelerinin yap-işlet-devret yöntemi ile gerçekleştirilmesi kabul edildi. Bu Kanun kapsamında; köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve kullanma suyu, arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticareti maden ve işletmeleri, fabrika ve benzeri tesisler, çevre kirliliğini önleyici yatırımlar, otoyol, demiryolu, yeraltı ve yerüstü otoparkı ve sivil kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ve benzeri yatırım ve hizmetlerin yaptırılması, işletilmesi ve devredilmesi konularında, yap-işlet-devret modelinin uygulanabileceği hükme bağlandı.[2]
1997 yılında kabul edilen 4283 sayılı Kanun ile, termik elektrik santrali projelerine özgü olarak yap-işlet modeli yürürlüğe kondu ve 5 adet termik elektrik santrali Hazine Garantisi altında yap-işlet modeliyle gerçekleştirildi.
Yap-işlet-devret modeli çerçevesinde idare ile şirket arasında yapılacak sözleşmelerin, imtiyaz sözleşmesi olduğu ve bu nedenle bu sözleşmelere özel hukuk hükümlerinin değil idare hukuku hükümlerinin uygulanması gerektiği, dolayısıyla tahkimin söz konusu olmayacağı yolundaki yargı kararları özellikle yabancılardan büyük tepki gördü. 1999 yılında yapılan yasal düzenlemelerle yap-işlet-devret modeliyle yapılan sözleşmelerin özel hukuk sözleşmesi sayılması için yasal çerçeve oluşturuldu ve böylece ulusal ve uluslar arası tahkimin yolu açıldı.[3]
Özelleştirmeye Yönelik İlk Yasal Düzenleme de 1984 yılında Yürürlüğe Girdi.
1984 yılından itibaren özelleştirmeler de başladı. Özelleştirmeye yönelik ilk yasal düzenleme, 1984 yılında çıkarılan ve kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara ait tesislere, hisse senedi ihracı yoluyla gerçek ve tüzel kişilerin ortak edilebilmesine veya bu tesislerin işletme hakkının belli sürelerle devrine olanak tanıyan 2983 sayılı Kanun‘dur. 1986 yılında 3291 sayılı Kanunla kamu kuruluşlarının özelleştirme kapsamına alınmasına ilişkin esaslar belirlendi. Daha sonra 1994 yılında 4046 sayılı Kanunla, özelleştirmenin kapsamı genişletildi ve iktisadi devlet teşekkülleri ile bunlara ait kurum ve payların yanı sıra, diğer kamu kurum ve kuruluşlarının da özelleştirilebilmesine imkan tanıyan düzenlemeler yapıldı.
Özelleştirme uygulamaları asıl olarak AKP iktidarı ile hız kazandı. Bu dönemde özelleştirmelerin çoğu peşkeşe dönüştü. Türkiye‘nin stratejik öneme haiz kuruluşları bu dönemde gözü kapalı bir şekilde elden çıkarıldı. TELEKOM 6.5 milyar Dolara, TÜPRAŞ, 4.1 milyar Dolara, ERDEMİR, 2.7 milyar Dolara satıldı.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı‘nın verilerine göre; 1985 yılı ile 2006 yılı arasında; 244 kuruluştaki kamu hisseleri, 22 yarım kalmış tesis, 376 taşınmaz, 6 otoyol, 2 boğaz köprüsü, 97 Tesis, 6 Liman, şans oyunları lisans hakkı ile Araç Muayene İstasyonları özelleştirme kapsamına alındı. Eylül 2007 tarihi itibariyle 193 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış/devir işlemi yapıldı ve bu kuruluşlardan 183‘ünde hiç kamu payı kalmadı. 1985 yılından bugüne kadar gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarının toplam tutarı 29,9 milyar $ oldu. Bu satışların 21.8 milyar $ tutarındaki kısmı AKP iktidarı döneminde gerçekleşti.
Kamunun Özel Sektörle İşbirliği Yapması İçin Farklı Yöntemler de Kullanıldı.
Kamunun özel şirketlerden hizmet satın alması, yerel hizmetlerin şirketler eliyle yaptırılması veya yerel yönetimlerin bazı hizmetlerin yapılması için özel sektöre tesisler kurdurması, işlettirmesi,[4] kamunun özellikle konut yapımı konusunda özel sektörle gelir ya da hasılat paylaşımı yoluyla ortaklaşa proje geliştirmesi,[5] kamu kurum ve kuruluşlarına ait altyapı tesisleri ile KİT‘lere ait tesisler için "Gelir Ortaklığı Senedi"[6] çıkarılarak gelirlerin "menkul kıymetleştirilmesi[7]" gibi yöntemler geçmiş yıllarda ülkemizde de uygulandı. Yani, ülkemizde kamu ile özel sektörün işbirliği yapması yeni değildir. Geçmişte özel olarak Kamu Özel Sektör İşbirliği adı verilmeden bu iki sektör birlikte iş yapmıştır.
Kamu Yatırımlarının Finansmanında Kamu Özel Sektör İşbirliği
Özel sektörün kamunun hizmet sunduğu alanlara başka yöntemleri de kullanarak daha fazla girmesi istenmektedir. Bu yüzden, kamu yatırımlarının finansmanı için yeni alt modeller önerilmekte ve bu alt modellerle kamu özel sektör işbirliğinin daha da geliştirilmesi amaçlanmaktadır.
Kamu Özel Sektör İşbirliği (Public Private Partnership) adı verilen alt modellere ilişkin uygulamalara önümüzdeki günlerde daha çok rastlayacağız. Günümüzde "Kamu Özel Sektör İşbirliği" olarak adlandırılan modelden kast edilen şey; alt ve üst yapı projelerinin hayata geçirilmesi amacıyla özellikle; çevre, konut, ulaşım, su, kanalizasyon ve katı atık yönetimi konusunda kamu ile özel sektörün projelerin finansmanı yanında, işletme ve yönetimi konusunda da işbirliği yaptığı projelerdir. Bu bakımdan Kamu Özel Sektör İşbirliği modeli; yap-işlet-devret, gelir hasılat paylaşımı, işletmenin devri, gelir ortaklığı senedi gibi yöntemlere çok benzeyen bir finansman modelidir ve bu anlamda yeni değildir. Kamu Özel Sektör İşbirliği modeli, bu yöntemleri de kapsayan ama; uygulama, işletme, yönetim ve risk paylaşımı gibi konularda yeni yaklaşımlar getiren bir finansman modelidir.
Kamu Özel Sektör İşbirliği modelinin bir başka özelliği, doğrudan özelleştirmeye karşı yönelebilecek tepkileri bertaraf etmeye uygun nitelikte olması ve kamunun varlığını sürdürmesinde yarar olan hallerde bile kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine olanak sağlamasıdır.
Son on yıldır[8] hükümetlerin izledikleri politikalarla yatırım harcamalarını azaltması, Dünya Bankası ve yabancı yatırımcı bankaların ise gittikçe büyüyen kamunun finansman ihtiyacını "Kamu Özel Sektör İşbirliği" projelerine kredi vererek karşılamayı seçmesi yüzünden bu model giderek yaygınlaşmaya başlamıştır.
Kamu ve yerel yönetim yatırımlarının finansmanı konusunda uluslararası tekellerden biri olan ve kamu finansmanı alanında Dünya pazar liderliğini elinde bulunduran Dexia‘ nın, Türkiye‘de Denizbank‘ı satın alması, bundan sonra ülkemizde çok sayıda kamu özel sektör işbirliği projesi ile karşı karşıya kalacağımızı göstermektedir. Dexia/Denizbank Kamu ve Proje Finansmanı Genel Müdür Yardımcısı Wouter Van Roste, Türkiye‘ye kamu ve proje finansmanı alanında lider olmak ve yerel yönetimlere finansman imkanları yaratmak için geldiklerini belirterek, alt-üst yapı yatırımları, çevresel yatırımlar, kentsel dönüşüm projeleri, ulaşım şebekeleri gibi kamunun finansmana ihtiyaç duyabileceği her türlü yatırımdan etkin pay almak ve finans sektörünün lideri olmayı hedeflediğini açıkladı.
Ülkemizde kamu özel sektör işbirliği projeleri ile ilgili uluslar arası toplantılarda[9] dile getirilen görüşler dikkate alındığında; mevcut yasaların kamu özel sektör işbirliği projelerini hayata geçirmek için zaten yeterli olduğunu, yapılması gereken bir iki ufak iyileştirme ihtiyacı dışında yasal ortamın uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew VORKİNK, 2006 yılında İstanbul‘da düzenlenen Kamu Özel Sektör İşbirlikleri Zirvesinde yaptığı konuşmada: "Türkiye‘de mevcut Ticaret Kanunu ile şirketlere yönelik kanunun başarılı Kamu Özel Ortaklıklarının uygulanması ve yönetilmesi için yeterince gelişmiş olduğunu, sorunların genellikle Kamu Özel Ortaklıklarının önerilen mülkiyet yapısı konusunda ortaya çıktığını, çoğunlukla kilit önem taşıyan konunun, söz konusu ortaklığın Yönetim Kurulunda karar verme sürecini kimin kontrol edeceğinin olduğunu" belirtti.[10]
Nitekim, kamu özel sektör işbirliğini konu alan özel bir yasal düzenleme olmamasına karşın, Dünya Bankası tarafından finanse edilen ve Hazine Müsteşarlığı tarafından garanti verilen Antalya Su ve Kanalizasyon Projesi[11] ile Alaçatı-Çeşme Su Tedarik ve Kanalizasyon Projesi[12] kapsamında su ve kanalizasyon hizmetlerini belirli süre yönetmek üzere özel bir işletmeci seçildi.
Sadece Antalya ve Çeşme-Alaçatı örnekleri değil, ülkemizde geçmişte uygulanan yap-işlet-devret projeleri, yabancı yatırımcılara sağlanan Hazine garantileri, gelir ortaklığı senetleri, işletme hakkının devri, hasılat paylaşımı gibi yöntemler de kamu özel sektör işbirliği modelinin zaten uygulandığını göstermektedir.
Kamunun Hizmet Sunduğu Alanlara Özel Sektörün Girebilmesi İçin Hizmetlerin Yüksek Fiyatla Satılması Gerekir.
Neo liberal ideoloji, kamunun maliyetin altında ya da düşük kar oranıyla hizmet sunarak verimsiz yatırım yaptığını, asıl görevi yerine başka işlerle uğraştığını, hizmet alanın bedelini ödemesi gerektiğini kitlelere empoze etmeye çalışıyor. Bedelini ödemeyen, maliyetine katlanmayan hizmet alamaz anlayışı topluma kabul ettirilmek isteniyor.
Kamu hizmetlerinin paralı hale gelmesi de yeterli değildir. Sağlık; eğitim; barınma; su; temiz hava, sağlıklı çevre gibi en temel ihtiyaçlara ancak maliyetin üstündeki fiyatı ödeyenler erişebildiğinde bu alanlara özel sektör girebilir. Bazı hizmetlerin maliyetin üstünde düşük fiyatla kamu hizmeti olarak sunulması bile, bu alanlara özel sektörün girmesini engelliyor.
Örneğin, bu yüzden şehirlerdeki içme suyuna, tarımdaki sulama suyuna maliyetin üstünde para ödeyenlerin erişebilmesi isteniyor. Bu bedel ödenmezse su tekellerinin büyük bir pazardan mahrum kalacağı biliniyor.
Su pazarının büyüklüğü, Dünya‘nın her yerinde su yönetiminin ve işletmesinin de özel sektöre devrini, suyun ticarileştirilmesini gündeme getirdi.[13]
Dünya Bankası, yabancı yatırım bankaları ve uluslar arası özel su şirketleri, suyu ticarileştirmede bütün ülkelerde aynı modeli uyguluyor. Ya, su iletim şebekeleri bütünüyle özel sektöre devrediliyor, yani "su‘ tam anlamıyla özelleştiriliyor, veya yap-işlet-devret modeli ile şirket veya konsorsiyuma bir dizi ayrıcalık tanınıyor. Bu iki ana yöntemin yanında, kamu özel sektör işbirliği modeli çerçevesinde, çok zaman belli bir gelir garantisi sağlanarak su yönetimi özel sektöre devrediliyor.
Belediyelerin kendilerine sunulan fonları ellerinden kaçırmamak için her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu bilen bu çevreler yani, su ile ilgili alt yapıya kaynak sağlayanlar, su işletmeciliğinin özel şirketler eliyle yapılmasından yana olduklarını açıkça belli ediyor ve kamu kurumlarını bu doğrultuda teşvik ediyor. Giderek büyüyen yatırım yapma ihtiyacı nedeniyle kamu yöneticileri tek seçenek haline dönüştürülen finansman modelini kabul etmek zorunda kalmakta. Birçok belediye Dünya Bankası‘nın ve yatırım bankalarının fonlarını kullanarak atık su arıtma, içme suyu arıtma, su dağıtım sistemlerinin yenilenmesi, baraj inşaatı gibi projeleri çokuluslu tekeller aracılığı ile sürdürmeye çalışmaktadır.[14]
Suyun petrolden sonra en çok kar getiren iş olması, çokuluslu şirketlerle Dünya Bankasının bu alana girmesine neden oldu. 1996 yılında Dünya Bankası‘nın öncülüğünde programında çokuluslu şirketler[15] ile Dünya Bankası‘nın görüşlerinin ağır bastığı 300 üyeli "Dünya Su Konseyi" kuruldu.[16] Konsey 1997‘de Fas‘ta ve 2000‘de Hollanda‘da 2003‘te Japonya‘da ve 2006‘da Meksika‘da Dünya Su Forumlarını topladı. Mart 2009‘daki Beşinci Dünya Su Forumu‘nun İstanbul‘da yapılması kararlaştırıldı.
Bu forumun İstanbul‘da yapılması boşuna değil. 2007 Şubat‘ında Denizbank‘ın İstanbul‘da düzenlediği Uluslararası Dördüncü Kamu ve Yerel Yönetim Finansmanı Kongresi‘nde konuşma yapan Devlet Bakanı Ali Babacan, Türkiye‘nin 20 yıllık bir dönem içinde yapması gereken çevre yatırım tutarının 70 milyar Euro olduğunu, bunun 51 milyar Euro‘ sunun su ve atık su yatırımı olarak planlandığını açıkladı.
Aslında kamu özel sektör işbirliği yoluyla su veya kanalizasyon hizmetlerini belirli süre yönetmek üzere özel bir işletmeci seçilmesi, geçici bir çözüm olarak görülmekte. Asıl istenen şey, bu kamu hizmetlerini hızla ticarileştirmek, ortam uygun ise bunu özelleştirme yoluyla yapmaktır.
Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew VORKİNK, Kamu Özel Sektör İşbirlikleri Zirvesinde yaptığı konuşmada: "İyi yapılandırılmış yönetim sözleşmelerinin[17] yatırım ortamı uygun olduğunda işletmenin bütünüyle özelleştirilmesi için daha iyi bir teklifin gelmesini beklemek açısından geçici anlamda tek çözüm olabileceğini" belirtti.
Kamu Özel Sektör İşbirliğini Artırmayı Hedefleyen Yeni Yasal Düzenlemeler
Finansal kuruluşlar ülkemizdeki mevcut yasal ortamı kamu-özel sektör işbirliği projeleri için yeterli görmesine karşın iktidar, çeşitli yasa tasarıları ile bu alanda yeni düzenlemeler yapmayı amaçlamaktadır. Böylece uygulamaya yeni boyutlar katmak ve kamu yararı açısından var olan sınırlamalar bile kaldırılmak istenmektedir.
Kentlerde oluşan rantın özel sektöre devrine olanak sağlayan Dönüşüm Alanları Kanun Tasarısı, konut finansmanını özel sektör eliyle çözmeye yönelik Mortgage Yasası, İller Bankası‘nın tasfiyesi hakkındaki kanun tasarısı, şehirlerin içme suyu ve kanalizasyon işlerinde Devlet Su İşleri‘ni yetkili kılan ve hükümetler arası ikili işbirliği kapsamında yer alan ve projesi imzalanmamış Hidro Elektrik Santrallerinin Yenilenebilir Enerji Kanunu hükümlerine göre yapılma olanağı sağlayan 5625 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun, 5683 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap- İşlet- Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, bu anlamda gündeme getirilen yasa tasarılarına verilebilecek örneklerdir.
Dönüşüm Alanları Kanun Tasarısı
Bilindiği gibi belediyeler, 5393 sayılı yeni Belediye Kanununda kentsel dönüşüm projeleri yapmak için yetkili kılındı. Son iki yıldır özellikle Ankara ve İstanbul‘da kentsel dönüşüm projeleri kapsamında gerçekleştirilen imar planı değişiklikleri ile AKP yandaşlarına aktarılan rantlar inanılmaz boyutlara ulaştı. Belediyeler kentsel dönüşüm projeleri hazırlamak için zaten yetkili iken TBMM‘de görüşülmeyi bekleyen Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı[18] ile kentsel dönüşümün hiçbir sınırlamaya tabi olmadan yapılmasının önerilmesi, para kazanma hırsını aşan bir şeydir ve ancak yağma kültürü ile açıklanabilir. Tasarıda yer alan hükümlere göre, dönüşüm alanı ilan edilen yerlerde, Kıyı Kanunu, Orman Kanunu, Boğaziçi Kanunu gibi kanunlarla getirilen kısıtlamalara veya yasaklara uyulmadan imar planı yapılabilecek.[19]
Bu Tasarının getirdiği olanaklar uygulama alanı bulduğunda, yerel yönetimlerin kentsel dönüşüm ve gelişim alanlarında özel sektör ile işbirliği yapması ve dönüşüm alanı olarak belirlenen sınırlar içinde kalan tüm arsa ve araziler üzerinde proje temelli gayrimenkul yatırım ortaklıkları kurması mümkün hale gelecek.
İktidar olduğundan bu yana muhtemel İstanbul depremi için hiçbir ciddi hazırlık yapmayan[20] AKP, depreme hazırlık bahanesini kullanarak İstanbul‘da oluşan ranta gözünü dikmiştir. İmar planı değişiklikleri ile gecekondu alanlarındaki kaçak yapılar yıkılarak yerlerine çok katlı apartman blokları veya iş ve ticaret merkezi binaları dikilecek ve burada oluşan rantlar kamuya ya da orada oturanlara değil yeni yatırımcılara aktarılacaktır. [21]
Mortgage Yasası
AKP iktidarının hazırlayıp yürürlüğe soktuğu bir başka yasal düzenleme, konut sorununu ve finansmanını özel sektör eliyle çözmeye yönelik "Mortgage Yasası" dır.[22] Bu yasayla ipoteğe dayalı menkul kıymetleştirme modeli devreye girdi. Böylece bir yandan ev satın alanlara kredi veren kuruluşların kredilerinin geri dönüşleri garanti altına alındı, diğer yandan ipotek edilmiş gayrimenkul satışından elde edilecek gelir tutarı karşılık gösterilerek menkul kıymetleştirilen değere yeni sermaye yatırımlarının yapılması sağlandı.
Mortgage Yasası ile projelere finansman sağlayan yatırımcıların riskleri en az düzeye indirildi. Konutların ipotek edilmesiyle kredi geri dönüşleri garanti altına alınarak şehirlerdeki yeni konut alanlarına veya kentsel dönüşüm alanlarına yatırım yapılması cazip hale getirildi. Oluşabilecek tüm riskler evi satın alanlara yüklendi. Bilindiği gibi, Mortgage Yasası‘ndan önce de satın alanlar kredi kullandıklarında evi ipotek ettirmek zorunda idi. Ancak evin satılması ve yargı yoluyla paranın geri dönüşü uzun bir süreyi gerektiriyordu. Yeni düzenleme ile evin kısa sürede satılması ve paranın risksiz geri dönüşü garanti altına alındı.[23]
İller Bankasının Yeniden Yapılandırılması
İller Bankası yerel yönetimlerin harita, imar planı, içme suyu, kanalizasyon, yapı, makine ve sondaj ve diğer kentsel yatırımlar projelerinin hazırlanmasından tamamlanmasına kadar bütün sorumlulukları yüklenen bir kuruluştur. Banka programına aldığı tüm projelerin ihalesinin teknik kontrolörlüğünü ve finansmanını kendisi yapmaktadır. İller Bankası‘nın önemli diğer bir fonksiyonu da merkezi idarenin yerel yönetimlere aktardığı kaynakların dağıtımında aracılık yapmasıdır. İller Bankası ayrıca belediyeler lehine teminat mektupları düzenlemekte, kefalet işlemleri yapmaktadır. İller Bankası aynı zamanda yerel yönetimlere kredi sağlamakla görevli bir kurumdur.
AKP‘nin gündeme getirdiği bir kanun tasarısıyla İller Bankası yasasında değişiklik yapılarak Banka‘nın finansman sağlama dışındaki plan, proje yapma gibi görevleri tasfiye edilmek isteniyor.
Özellikle küçük belediyeler artık bedel ödemeden imar planına, haritaya ve alt yapı projelerine sahip olamayacak. İller Bankası, yerel yönetimlerin sadece finansman ihtiyaçlarını karşılayan bir kuruluş haline getirilirken Avrupa‘nın en önde gelen kamu ve yerel yönetim altyapı finansörü konumunda olan Dexia‘nın, Denizbank‘ı tümüyle satın alma işlemi gerçekleştirildi. Banka yetkilileri, Dexia‘nın ülkemizde de kamu ve belediyeye ait yatırımların finansörü olma kararında olduğunu açıkladı. İlerleyen günlerde İller Bankası‘nın özelleştirilmesinin gündeme gelmesi artık kimseyi şaşırtmayacaktır.
Şehirlerin İçme Suyu ve Kanalizasyon İşlerinde Devlet Su İşleri‘nin Yetkili Kılınması
Hükümet, 5625 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun‘un 1. maddesi ile 4283 sayılı Yap-İşlet-Devret Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanunda değişiklik yaparak, Hükümetler Arası İkili İşbirliği kapsamında yer alan ve projesi imzalanmamış Hidro Elektrik Santrallerinin 5346 sayılı Kanundaki sınıra uymadan[24] bu kanun hükümlerinden yararlanma olanağı getirmektedir.
Bu Kanun‘un 2. maddesi, 1053 sayılı Yasada değişiklik yapmaktadır. Bu değişiklik ile belediye teşkilatı olan yerleşim yerlerinin, içme, kullanma ve endüstri suyunun temini ve kanalizasyon hizmetleri için gelecek yıllara sari taahhütlere girişmeye DSİ Genel Müdürlüğü yetkili kılınmaktadır. Yasanın eski halinde DSİ Genel Müdürlüğü yalnızca Ankara, İstanbul, İzmir ve nüfusu 100.000‘i aşan şehirlerde yetkili idi. Diğer şehirlerde ise İller Bankası yetkili idi. Yapılan bu yasa değişikliği ile DSİ‘ye verilen bu yerleşim yerlerinin "içme, kullanma ve endüstri suyunun temini" görevine, "kanalizasyon" hizmetleri de eklendi.
Kısacası bu yasa ile belli bir bölgedeki birden çok belediyenin büyük ölçekli su ve kanalizasyon projeleri için DSİ yetkilendirilecek. Böylece sadece bir şehirdeki değil bir bölgedeki tüm şehir kasaba ve beldelerin su ve kanalizasyon ihtiyaçları için proje oluşturmak mümkün olacak ve uluslararası büyük tekellerin projelere ilgi duyması olanaklı hale gelecek.
2005 yılında 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu‘nun 4. maddesiyle: "Su, atık su, katı atık ve benzeri altyapı hizmetleri ile çevre ve ekolojik dengenin korunmasına ilişkin projelerin zorunlu kılması durumunda; Bakanlar Kurulu, ilgili mahallî idarelerin, bu amaçla kurulmuş birliğe katılmasına karar verebilir" hükmü getirilmişti.
Bu düzenlemeyle birden fazla ili, ilçeyi ve beldeyi kapsayan su, atık su, katı atık ve benzeri altyapı hizmetleriyle ilgili projelerin uygulanması olanaklı hale getirilmişti. Büyük ölçekli bölge düzeyindeki projelere katılmak istemeyen belediyeler Bakanlar Kurulu Kararı ile projeye katılmak zorunda bırakılabilecek ve bu projelere büyük şirketlerin ilgi duyması sağlanmış olacaktı.
İçme, kullanma ve endüstri suyunun temini işlerinde nüfusu 100.000‘i aşan şehirlerde DSİ Genel Müdürlüğü‘nün, diğer şehirlerde İller Bankası‘nın yetkili olması büyük ölçekli su, atık su, katı atık ve kanalizasyon projelerinin uygulanmasını zorlaştıran bir unsur olduğundan, büyük ölçekli su, atık su, katı atık ve kanalizasyon projelerinin uygulamaya aktarılmasının önündeki bu pürüz kaldırılırken aynı zamanda İller Bankasının tasfiyesi için bir gerekçe daha yaratılmış oldu.
Ayrıca, şehirlerin su, atık su, katı atık ve kanalizasyon projelerinde DSİ‘nin yetkilendirilmesi, borçları nedeniyle yeniden iç borçlanma yaparak yatırım yapamayacak olan belediyelerin de projeye katımlını sağlayacak niteliğe sahiptir. Bilindiği gibi, 5393 sayılı Belediye Kanununun 68. maddesinde yer alan düzenlemeler belediyelerin borçlanmasına sınır getirmektedir. DSİ‘nin yetkili kılınması, mahalli idare birlikleri aracılığı ile uygulanacak projelere borçları nedeniyle giremeyecek belediyeler yüzünden projelerin uygulanmama olasılığını ortadan kaldıracaktır.[25]
İlk Kez Bir Kamu Kurumunda Yasayla "Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı" Adı Altında Yapılanmaya Gidilmesi
5683 sayılı Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile Sağlık Bakanlığı‘nda "Kamu Özel Ortaklığı Daire Başkanlığı" adı altında bir daire başkanlığı kuruldu. Kanunla kurulan bu daire başkanlığı, Sağlık Bakanlığında Bakanlıkça verilecek ön proje ve belirlenecek temel standartlar çerçevesinde, ihale ile belirlenecek gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine kırkdokuz yılı geçmemek şartıyla belirli süre ve bedel üzerinden kiralama karşılığı yaptırılacak projelerle ilgili iş ve işlemleri yapacak, Bakanlığın kullanımında bulunan sağlık tesislerinin, tıbbî hizmet alanları dışındaki hizmet ve alanların işletilmesi karşılığında yenilenmesine ilişkin iş ve işlemleri yürütecek.
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Kamu Kesimi ile Özel Sektör İşbirliği Modelleri Çerçevesinde Gerçekleştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı Taslağı
AKP 2007 yılının ilk aylarında hazırladığı bir başka yasa tasarısı ile yap-işlet-devret ve yap-işlet modellerinin uygulanacağı alanları genişletmek ve genişletilen alanlarda bu modellere ek olarak yap-kirala ve işletme hakkının devri modellerinin de uygulanabilmesinin yolunu açmak istedi. Ancak bu taslaktaki düzenlemeler bir kanun tasarısına veya kanun teklifine dönüşmedi. 22. yasama döneminde piyasaya sürülen ve hayata geçirilemeyen bu taslak 23. yasama döneminde henüz canlandırılmadı.
Bu Kanun Tasarısı Taslağı kapsamında; merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları, yerel yönetimler ve kamu iktisadi teşebbüsleri vardır.[26] Yani, kanun kapsamına girmeyen kamu idaresi yok gibidir.
Kanun Tasarısı Taslağına göre, Taslak kapsamındaki kamu idareleri tarafından yürütülen, tarım, madencilik, imalat, enerji, ulaştırma, haberleşme, bilgi teknolojileri, turizm, konut, eğitim, kültür, sağlık, kentsel ve kırsal alt yapı, belediye hizmetleri, kentsel dönüşüm, adalet ve güvenlik alt yapısı, çevre, araştırma-geliştirme alanlarındaki hizmetler, kamu-özel işbirliği modelleri çerçevesinde gerçekleştirilebilir.
Kanun Tasarısı Taslağı, kamu idarelerinin kendi görevleri ile ilgili bir hizmetin veya yapının tasarımı, yapımı, işletilmesi, kiralanması ve finansmanının sağlanmasında başka bir tüzel kişilikle özel hukuk hükümlerine tabi sözleşmeler yapabilmesine imkan tanımaktadır.
Taslağa göre; yap-işlet-devret, yap-işlet, yap-kirala ve işletme hakkı devir modeli, kamu-özel sektör işbirliği modelleridir. Bu modellerden ilk üçü, kamu ile özel sektör arasında akdedilen bir sözleşme çerçevesinde bir yapının özel sektör tarafından finanse edilerek yapıldığı, işletildiği veya kiralandığı modellerdir. İşletme hakkı devir modeli ise, idarelerin aktiflerindeki mal veya hizmet üretim birimlerinin bir bütün olarak veya kısmen, mülkiyet hakkı saklı kalmak kaydıyla bir bedel karşılığında belli bir süre ve şartlarla işletilmesi hakkının özel sektöre verildiği kamu-özel sektör işbirliği modelidir.
Yap-işlet-devret, yap-işlet ve yap-kirala modeliyle sadece bir yapının yapımı, işletilmesi, kiralanması finanse edilmez; tamamlama, iyileştirme, yenileştirme, geliştirme, bakım, onarım ve benzeri işler de bu modeller çerçevesinde yapılabilir.
Özetle ifade etmek gerekirse, mevcut durumda çerçevesi yasalarla çizilen alanlarda ve konularda kamu ile özel kuruluşların işbirliği yaparak yatırım ve hizmetleri gerçekleştirme olanakları vardır. Bu yasa tasarısı taslağı ile kamu ile özel kuruluşların işbirliği yapacağı alanlar genişletilmektedir. Örneğin, daha önceki yasal düzenlemelerin çerçevesi içinde olmayan ve kamu kurumları tarafından sunulan; eğitim, sağlık, kültür, tarım, madencilik gibi hizmet alanlarında yap-işlet-devret, yap-işlet, yap-kirala, işletme hakkını devret modellerinin uygulanması öngörülmektedir.
Ayrıca bu modeller kapsamında yapılacak işler nev‘i olarak da artırılmıştır. Bu modeller kapsamında artık sadece büyük yapım işleri değil; tamamlama, iyileştirme, geliştirme, bakım, onarım ve benzeri işler de yap-işlet-devret, yap-işlet, yap-kirala, işletme hakkını devret modelleri çerçevesinde yapılacaktır. [27]
Bu modeller çerçevesinde yapılacak yatırımların veya verilecek hizmetlerin ücret karşılığı satın alınması, işin gereği icabıdır. Zaten Taslak da bunun böyle olacağını ifade etmektedir. Üretilecek mal ve hizmet karşılığı ödenecek ücretler sözleşmede belirlenecektir. Taslak, kamu tarafından satın alınacak mal ve hizmet bedelleri için idare tarafından garanti verilmesini veya üretilen mal ve hizmetlerin doğrudan tüketiciler tarafından satın alınması yönünde kısmi garanti verilmesini de öngörmektedir.
Yap- İşlet- Devret Modelinin Kapsamını Genişletmeyi ve Mal Veya Hizmetten Yararlananlar Tarafından Tamamen Veya Kısmen Ödenmesi İdarece Öngörülmeyen Veya Mümkün Olmayan Yatırımlarda İdare Tarafından Görevli Şirkete Ödeme Yapılmasını Amaçlayan Kanun Tasarısı
Hükümet 25.5.2007 tarihinde TBMM‘ne "Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap- İşlet- Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun Tasarısı" adı altında bir Kanun Tasarısı sundu. Bu tasarı 22. yasama döneminde ele alınamadan kadük oldu. Seçimlerden sonra TBMM‘ne sunulan ancak kadük olan Kanun Tasarılarından 75 adedinin yenilenmesine dair Bakanlar Kurulu Kararı 2.10 2007 tarihinde TBMM Başkanlığı‘na bildirildi. Yenilenmesi bildirilen kanun tasarılarının arasında "Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap- İşlet- Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun Tasarısı" da vardı. Ancak bu kez tasarının adı, "Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap- İşlet- Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması ile Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" olmuştu. Yani DSİ yasasında yapılacak bir değişiklik de tasarıya eklenmişti.
Tasarıyla, 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun‘un "Kapsam" başlıklı 2. maddesine bazı ibareler eklenmektedir.
TBMM seçimi dolayısı ile kadük olan 25.5.2007 tarihli ilk Tasarı‘da kapsam maddesine "kara sınır kapıları" ve "devlet yolu" ibaresi ekleniyordu.
Yeni tasarı, eklenecek ibareleri değiştirdi. Tasarı, bu ibareler yerine, "trafiği yoğun karayolu", "gar kompleksi", "lojistik merkezi", "kuruvazier liman ve entegre tesisleri", "sınır kapıları" ibarelerinin eklenmesini öngördü.
Tasarı ile getirilen bir başka değişiklikle 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun‘un "Tanımlar" başlıklı 3. maddesine bir bent eklendi. Bu eklenen bent ile "katkı payı" adı altındaki kavram açıklanıyordu. ( Kadük olan tasarıda "Katkı payı" ibaresi yerine "Gölge ücret" ibaresi kullanılmıştı. )
Getirilen düzenlemeye göre:
"e) Katkı payı: Görevli şirketin ürettiği mal veya hizmet bedelinin, mal veya hizmetten yararlananlar tarafından tamamen veya kısmen ödenmesi idarece öngörülmeyen veya mümkün olmayan yatırımlarla ilgili yapılacak görevlendirmelerde, mal veya hizmetten yararlananların tüketim veya kullanım miktarları da dikkate alınarak belirlenen ve idare tarafından görevli şirkete tamamen veya kısmen yapılan ödemeyi" ifade etmektedir.
Özetlemek gerekirse, tasarının "kapsam" maddesinde yapılan değişiklik ile; yap-işlet-devret modeli ile yapılacak işler arasına, trafiği yoğun karayolu, gar kompleksi, lojistik merkezi, kuruvazier liman ve entegre tesisleri ile sınır kapıları[28] da alındı. Tasarının "tanım" maddesinde yapılan değişiklik ile de; yap- işlet-devret modeli, mal veya hizmet bedelini kişi ödeyemezse devlet öder şeklinde genişletilmektedir. Yani, işletmeciye; yeterli gelir elde edemem diye yatırım yapmaktan vazgeçme, kişilerin mal ve hizmet bedeli olarak ödeyeceği tutarı devlet olarak ödemek üzere bütçeye ödenek koyarım garantisi verilmektedir.
Nitekim Tasarıyla 3996 sayılı Kanunun 8. maddesine eklenen fıkrada yer alan düzenleme aynen şöyledir:
"Merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri tarafından sözleşmeye bağlanan katkı paylarının karşılığı, ilgili idarelerin yılı bütçelerine ödenek olarak konulur. Bu fıkra kapsamında bir yılda sözleşmeye bağlanacak yatırımların toplamı, ilgili yıl merkezi yönetim bütçesinin sermaye giderleri toplamının yüzde ellisini geçemez. İlgili yıl bütçelerinden ödenecek katkı paylarının toplamı ise yılı merkezi yönetim bütçesinin sermaye giderleri toplamının yüzde yirmisini geçemez. Bakanlar kurulu söz konusu oranları iki katına kadar artırmaya veya sıfıra kadar azaltmaya yetkilidir. Bu fıkrada belirtilen oranlar ile uygulanmasına ilişkin esas ve usuller, yılı programının uygulanması, koordinasyonu ve izlenmesine dair kararda belirlenir.
Ücretle ilgili düzenlemeler katkı payı hakkında da uygulanır. Mal veya hizmet türleri veya bunların tüketim veya kullanım miktarları ya da kalite güvenlik ve diğer değerlendirme kriterleri itibariyle farklı ücretler uygulanabilir. Ücretler, tüketim veya kullanım miktarlarının alt ve üst sınırlarına göre aralıklar itibariyle topluca belirlenebilir." [29]
Bu Tasarı ile yapılan son değişiklik. DSİ yasasında yapılan değişiklik ile ilgilidir. 6200 sayılı Devlet Su İşleri Umum Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 24. maddesinin[30] birinci fıkrasına aşağıda cümleler eklenmektedir:
"8.6.1994 tarihli ve 3996 sayılı kanun hükümlerine göre meydana getirilen tesislerden katkı payı ödemesi yapılmış olanların; katkı payı ve ortak tesis yatırım harcamalarına tekabül eden kısmı görevli şirketin işletme süresi sona erdikten sonra bu maddede yazılı esaslar dahilinde tesislerden istifade edebilecekler tarafından ödenir. 3996 sayılı kanun hükümlerine göre meydana getirilen tesislerden istifade edebilecekler tarafından ödenecek yatırım harcamalarının tespitinde, idarece yapılan kamulaştırma, arazi toplulaştırması ve tarla içi geliştirme hizmet giderleri dikkate alınmaz. 3996 sayılı kanun hükümlerine göre meydana getirilen tesislerde görevli şirket ile sulamadan istifade edenler tarafından ödenecek ücretin miktarı ve ödeme zamanı sulama birliğinin bulunmadığı yerlerde muhtarlıklarda ilan edilir. İlan edilen ücretin ödenmemesi halinde başka bir ihtara lüzum olmaksızın görevli şirket tarafından sulamadan istifade edenlerden genel hükümlere göre tahsil edilir."
DSİ yasasında bu Tasarıdan önce yer alan hükme göre, yapılacak tesislerin gerektirdiği giderler bu tesislerden yararlananlar tarafından ödeniyordu. Bu Tasarı ile yapılan değişiklik ile "katkı payı ödemesi yapılmış olanların; katkı payı ve ortak tesis yatırım harcamalarına tekabül eden kısmı görevli şirketin işletme süresi sona erdikten sonra bu maddede yazılı esaslar dahilinde tesislerden istifade edebilecekler tarafından ödenir" hükmü getirilmektedir.
Yani, öngörülen sistem şöyle işleyecektir: Şirket yap-işlet-devret modeline göre tesisi yapacak ve işletecek. Devlet tesisten yararlananların ödemesi gereken ücretleri onların yerine ödemek için bütçeye ödenek koyacak. Şirketin işletme süresi sona erince Devlet ödediği katkı payını hizmetten yararlananlar ödeyecek.
Sonuç
Son günlerde kamu özel sektör işbirliğine ilişkin uygulamaların sayısı hızla artmaktadır.
2003 yılında İddaa aracılığıyla Türkiye‘de bahis oynatma ihalesi "hasılat paylaşımı" esasına göre İnteltek şirketine verilmişti. Yapılan itiraz üzerine Danıştay: "Kamu tüzel kişileri tarafından yürütülmesi gereken bu hizmetin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılmasına yasal olanak bulunmamaktadır. Bu hizmetin gerçek veya tüzel kişilere yaptırılabilmesinin, ancak yasa ile düzenlenmesine bağlıdır" gerekçesiyle ihaleyi iptal etti. Bunun üzerine bu hizmeti özel şirketlere verebilmek amacıyla 22.2.2007 tarihli 5583 sayılı Futbol Müsabakalarında Müşterek Bahisler Tertibi Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun yürürlüğe sokuldu. Yasada yer alan bir hükme göre, bu işe ilişkin mal ve hizmet alımı ihalesi, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü tarafından gelir/hasılat esasına göre yapılacak. Böylece hem İddaa‘nın özel şirketlere ihale edilebilmesi, hem ihalenin gelir/hasılat esasına göre yapılması yasal hale getirildi.
İstanbul Ticaret Odası, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İl Özel İdaresi‘nin ortak olduğu Formula Yatırım A.Ş. İstanbul Park için 230 milyon dolar dolayında yatırım yaptı. 2 yıldır faaliyette olan İstanbul Park şimdiye kadar her yıl 5‘er milyon dolardan toplam 10 milyon dolar zarar etti. Ayrıca her yarış için Formula 1 Birliği FOA‘ya 13.5 milyon dolar ödendi. Zarar edildiği gerekçesiyle Nisan 2007‘de Formula 1 pistinin bulunduğu İstanbul Park‘ın işlettirilmesi 2021 yılına kadar bir İngiliz firmaya verildi.
16 Nisan 2007‘de Türkiye Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, mevcut köprü ve otoyolların işletilmesi ile yeni otoyol yapım ihalelerinin aynı pakette yer alması gerektiğini, aksi halde otoyol yapımı için finansman temininin çok zor olduğunu, mevcut otoyolların halihazırdaki yıllık gelirinin ödemeyi yapacak bankalara garanti haline geleceğini söyledi.
19 Nisan 2007 tarihli Resmi Gazete‘de, Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüleri ile Edirne-Ankara, Pozantı-Tarsus, Tarsus-Gaziantep, Toprakkale-İskenderun, İzmir-Çeşme ve İzmir-Aydın otoyollarının işletme hakkı devriyle özelleştirileceği kararı yer aldı.
Bu örnekler, merkezi yönetim ve yerel yönetim yatırımlarının sadece finansmanının değil hizmet sunumunun yönetim ve işletmesinin de özel sektör eliyle yapılmasının temel tercih yöntemi olmaya devam edeceğini göstermektedir.
[1] 2005 yılı Nisan ayında 5335 sayılı Kanun ile, mevcut otoyolların ve işletme bakım tesislerinin de İşletme Hakkı Devri modeli ile özel sektör tarafından işletilmesine olanak sağlandı.
[2] Her yıl bütçe kanunlarında yer alan hükümlerle sağlanan Hazine Garantileri de ilk kez bu Kanun ile düzenlendi. Hazine garantileri daha sonra 4749 sayılı Kanunda ayrıntılı ve kalıcı olarak düzenlendi.
[3] 1999 yılında 4446 sayılı Kanun ile Anayasa‘nın çeşitli maddeleri değiştirildi. Anayasa‘nın 47. Maddesine bir fıkra eklenerek; Devlet tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile yaptırılabileceğinin kanunla belirlenmesi kabul edildi. 125. maddeye eklenen bir fıkra ile; kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz sözleşmelerinin ve bunlardan doğan uyuşmazlıkların milli veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi hükme bağlandı. 155. maddesi değiştirilerek, Danıştay‘ın imtiyaz sözleşmelerini incelemesi ve anlaşmazlık halinde idari yargının bu davalara bakması yerine görüş bildirmesi hükme bağlandı. Aynı yıl 4493 sayılı Kanun ile 3996 sayılı Kanun‘da değişiklik yapılarak idare ile sermaye şirketi veya yabancı şirket arasında yapılacak sözleşmelerin, özel hukuk hükümlerine tabi olacağı kabul edildi.
[4] Özellikle yerel yönetimlerle ilgili yeni yasal düzenlemelerde belediyeler, bazı işlerin özel sektör eliyle işlettirilmesi ya da yaptırılması için yetkilerle donatıldı. Örneğin belediyeler; içme, kullanma ve endüstri suyu sağlamak; atık su ve yağmur suyunun uzaklaştırılmasını sağlamak; bunlar için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek; kaynak sularını işletmek veya işlettirmek, toplu taşıma yapmak; bu amaçla otobüs, deniz ve su ulaşım araçları, tünel, raylı sistem dâhil her türlü toplu taşıma sistemlerini kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek, katı atıkların toplanması, taşınması, ayrıştırılması, geri kazanımı, ortadan kaldırılması ve depolanması ile ilgili bütün hizmetleri yapmak ve yaptırmak, yat limanı ve iskele kurmak, kurdurmak, işletmek ve işlettirmek için yetkilidir. Hatta bu hizmetler Danıştay‘ın görüşü ve İçişleri Bakanlığı‘nın kararıyla süresi kırk dokuz yılı geçmemek üzere imtiyaz yoluyla devredebilir. Belediyeler, toplu taşıma hizmetlerini imtiyaz veya tekel oluşturmayacak şekilde ruhsat vermek suretiyle yerine getirebileceği gibi toplu taşıma hatlarını kiraya verme veya hizmet satın alma yoluyla yerine getirebilir.
[5] TOKİ bazı konutları Hasılat Paylaşımı yöntemiyle yapmaktadır. Arsayı TOKİ vermekte, konutları müteahhit yapmaktadır. Konut satışlarından elde edilen hasılat, arsanın konut yapım giderleri içindeki payına göre paylaşılmaktadır.
[6] Gelir Ortaklığı Senetleri, 1984 tarihli "Tasarrufların Teşviki ve Kamu Yatırımlarının Hızlandırılması Hakkında Kanunu‘nda" düzenlenmiştir. 2983 sayılı Kanun, kamu kurum ve kuruluşlarına (KİT‘ler dahil) ait alt yapı tesisleri ile KİT‘lere ait tesisler için "gelir ortaklığı senedi" çıkarılmasına imkan tanımaktadır. Geçmiş dönemlerde köprü ve barajlar için gelir ortaklığı senedi çıkarılmıştır.
[7] Menkul kıymetleştirme (Securitization), risk paylaşımı amacıyla sermaye piyasası araçları içinde likit olmayan araçların (aktiflerin) likit hale dönüştürülmesi sürecidir. Bu kapsamdaki aktifler arasında ikametgah amaçlı ipotekler, otomobil kredileri, kredi kartı alacakları yer almaktadır. Mortgage yasası ile "menkul kıymetleştirme" ye yeni bir boyut katılmış oldu.
[8] 1998 yılında Türkiye artık IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve uluslar arası finans ve derecelendirme kuruluşlarının denetim ve gözetiminde ekonomik ve siyasal kurumlarını neoliberal koşullandırmaların biçimlendirmesini kabullenmiş ve uluslararası işbölümünde kendisine biçilen yeni rolü üstlenmiştir. (IMF Gözetiminde On Uzun Yıl, 1998-2008, Bağımsız Sosyal Bilimciler)
[9] Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Dünya Bankası, İngiltere Ticaret ve Yatırım Kuruluşu ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği 15-16 Eylül 2006 tarihinde İstanbul‘da Kamu Özel Sektör İşbirlikleri Zirvesini düzenledi. Dexia‘nın liderliğinde her yıl farklı bir ülkede düzenlenen Uluslararası Kamu ve Yerel Yönetim Finansmanı Kongresi‘nin dördüncüsü 12-13 Şubat 2007 tarihinde Denizbank‘ın ev sahipliğinde İstanbul‘da düzenlendi.
[10] Bu sorunun, AB uyum yasaları çerçevesinde TBMM‘de görüşülmekte olan Türk Ticaret Kanunu ile halledileceği anlaşılmaktadır.
[11] Antalya su işletmeciliği, 1996 yılında ihaleye çıkarıldı. İhaleyi Fransız Suez firması kazandı. Firma su ve atık su işletmeciliği yapmayı üstlendi. Bu proje kapsamında Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası 100 milyon Dolar kredi verdi. Firma, Mayıs 2002‘de yatırımların zamanında yapılmadığını ve zarar ettiğini ileri sürerek tazminat talebinde bulundu ve tahkime gitti. Tahkimde görevli 3 hakemden 2‘si Suez‘i haklı buldu. Sorun Yargıtay‘da çözüme kavuşmayı bekliyor. (Hizmet İş Sendikası Yerel Kamu Hizmetlerinde Özelleştirme Raporu)
[12] Çeşme ve Alaçatı belediyeleri 1997 yılında ilgili belediyelerin su, atık su ve katı atık alt yapı tesislerini yapmak için Çal-Bir adı altında bir birlik kurdu. Çal-Bir ve Dünya Bankası altyapı çalışmalarını finanse etti. 2003 yılında su ve atık su işletmeciliği 10 yıllık bir süre için Fransız Veolia Water şirketinin yan kuruluşu Alçesu adlı şirkete verildi. Dünya Bankası 13.1 milyon dolar kredi verdi.
[13] 2000 yılında İkinci Dünya Su Forumunda suyun serbest piyasa rekabetine açılması kabul edildi. Dünya Bankası ve IMF tarafından desteklenen uluslar arası şirketler su hizmetlerinin yönetimini Dünya‘nın her yerinde ele geçirmektedir. Su endüstrisinin yıllık karı (yaklaşık 1 trilyon Dolar) petrol sanayinin karının %40‘ına ulaşmıştır ve şimdiden ilaç sektörünün karını geçmiştir. Dünya sularının henüz %5‘inin özelleştirildiğini düşünürsek ne kadar büyük bir kar potansiyeli olduğu anlaşılır. (Su Pazarı, Kudret Ulusoy)
[14] 5 Nisan 2007 tarihli gazetelerde yer alan haberlere göre, Siirt Belediye Meclisi, kentte içme suyu bedellerinin Euro üzerinden hesaplanmasına karar verdi. Böylece, Siirt‘de halen metreküpü 60 YKr olan içme suyunun ücreti 1.37 YTL‘ye çıktı. Siirt Belediye Başkanı AKP‘li Mervan Gül, belediyenin 21 milyon Euro tutarındaki kentteki tüm kanalizasyon ve su şebekesinin yenilenmesi için proje hazırlayarak Alman Yatırım Bankası‘ndan kredi aldıklarını söyledi. Gül, bu krediye karşılık olarak Hazine Müsteşarlığı‘nın kefil olmak için getirdiği koşul nedeniyle içme suyu bedellerinin o günkü Euro kuru üzerinden hesaplanarak faturalara YTL olarak yazılacağını söyledi.
[15] Fransız Lyonnaise des Eaux‘a bağlı Suez, Fransız Generale des Eaux‘a bağlı Vivendi, Alman RWE‘ye ile ortak İngiliz Thames Water ve ABD şirketi Bechtel Dünyada su konusunda uzmanlaşmış en büyük tekeller olarak biliniyor.
[16] Dünya Su Konseyi , ‘‘su sorunu‘‘nu nasıl algılıyor? Neler öneriyor? Tüm neoliberal reçetelerde olduğu gibi işin ‘‘fikriyatı‘‘ Dünya Bankası‘na devredilmiş. Basitleştirerek özetleyelim: Güney‘‘ coğrafyasında, kentlerdeki yüksek nüfus artışı su kaynakları üzerine aşırı baskı getirmekte; su sunumunda kıtlık yaratmaktadır. Maliyetin altında, yapay olarak düşük fiyatlandığı için su tüketiminde israf doğmaktadır. Devlet ve yerel yönetimler, düşük yatırım, popülizm ve yolsuzluk nedenleriyle bu işi becerememektedir. Güvenli su üretimi, dağıtımı için özel sektörü, bu işe ortak yapmak; daha da açıkçası bu işlevleri özelleştirmek gerekir. Bu basit önerme, Latin Amerika‘da yerel yönetimlerin altyapı yatırımları için verilen Dünya Bankası kredilerinde, yer yer de İMF anlaşmalarında ön koşul olarak ileri sürüldü. Burada sözü geçen ‘‘özel sektör‘‘ ün, aslında, ‘‘gariban‘‘ yerli sermayedarlar değil, Bechtel, Enron, Suez, Vivendi gibi çokuluslu şirketler olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Ve, bu ‘‘sihirli‘‘ formüle teslim olan siyasi iktidarlar, kısa zamanda, özellikle Latin Amerikalı kent yoksullarının şiddetli direnmeleriyle karşılaştılar. Öyle ki Bolivya‘da su dağıtımını üstlenen iki uluslararası şirkete karşı başlatılan ‘‘su savaşları‘‘, giderek bir halk ayaklanmasına dönüşerek Evo Morales ‘i başkanlığa getiren sürece de yol açmış oldu. Türkiye boş yere mi seçildi? Önümüzdeki üç yıl boyunca ülkemiz belediyelerini de birer laboratuvar gibi kullanıp, 2009‘da ‘‘özel sektöre dayalı su sistemlerinin Türkiye bilançosu‘‘ mu tartışılacaktır. (Korkut Boratav- Su Kavgaları- Sıra Türkiye‘de mi? Cumhuriyet)
[17] "Yönetim sözleşmelerinden" kastedilen şey; su yönetiminin özel sektöre devridir.
[18] Tasarı, imar planı bulunsun veya bulunmasın kentsel ve kırsal tüm alanlarda: Hazine, il özel idareleri, kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ve vakıflar adına kayıtlı olanlar da dahil her türlü arsa ve arazilerin ve bunların üzerinde bulunan bütün yapıların bu Kanun uyarınca hazırlanan dönüşüm amaçlı imar planına uygun olarak iyileştirmesini, tasfiyesini, yenilenmesini, geliştirilmesini ve kentin konut, ticaret, sanayi, rekreasyon, teknik altyapı, sosyal donatı alanları ve diğer yatırım ihtiyaçları için; proje geliştirilmesi, arazi, arsa düzenlemesi, yapım işlerinin gerçekleştirilmesi, toplu ortaklık ve proje ortaklıkları kurulması, finansal destek sağlanması ve yönetilmesi, her türlü sınırlı ayni hak, şahsi hakların tesis ve devri, trampa da dahil olmak üzere bu konuda yapılacak her türlü iş ve işlemleri kapsamaktadır. (Erdal Karademir, İzmir milletvekili, Karşıoy yazısı)
[19] Tasarıya göre, dönüşüm alanlarında Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Milli Parklar Kanunu, Çevre Kanunu, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair KHK, Kıyı Kanunu, Boğaziçi Kanunu, Maden Kanunu, Orman Kanunu, Köye Yönelik Hizmetler Hakkında Kanun, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, Mera Kanunu, Türk Sivil Havacılık Kanunu, Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun hükümleri uygulanmayacak.
[20] Hazırlık yapmak bir yana ülkemizin en değerli bilim adamlarından oluşan Ulusal Deprem Konseyi feshedildi.
[21] Mimarlar Odası Genel Başkanı Bülent Tuna, Yasa Tasarısı‘nın geniş kapsamlı bir imar affına yol açacağını, kentsel dönüşümün, dönüştürülecek alanlarda yaşayanları şehrin dışına ötelediğini, dönüşüm alanlarında yapılacak yeni yapılar daha pahalı olacağından daha önce burada yaşayanların bu konutlardan edinmelerinin zorlaşacağı, bu kişilere, ‘bu yeni evlerden almak için ya borçlanın ya da çekin gidin‘ denileceğini açıkladı.
[22] Kamuoyunda Mortgage Yasası olarak bilinen Yasa‘nın adı: 5582 Sayılı Konut Finansmanı Sistemine İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun‘dur.
[23] Dar gelirliler Mortgage sisteminin dışındadır. Değişken faiz uygulamasıyla konut sahibi olmak isteyen insanların konutlarını kaybetmek riski yüksektir. Ayrıca, söz konusu rehinli konut sistemi, düşen taşınmaz fiyatları söz konusu olduğunda, konutların elden çıkarılmasıyla dahi ödenemeyen borç yükleri oluşturabilecektir. (Oğuz Oyan, Konut Sorunu ve Kentsel Dönüşüm, Dünya Gazetesi)
[24] 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda, yenilenebilir enerji kaynağı tanımlanırken hidro elektrik üretim tesisinin rezervuar alanının on beş kilometrenin altında olması şartı getirilmişti. Yani kanun kapsamındaki bu tesislerin rezervuar alanı onbeş kilometreden büyük olsa bile, Yenilenebilir Enerji Kaynakları Hakkındaki Kanunun olanaklarından yararlanabilecek ve bunlara yap-işlet-devret modeli uygulanabilecek. Yenilenebilir Enerji Kaynağı olmaktan kaynaklanan başka avantajlar da söz konusudur. Bu tesisler ormanlık alanlarda veya Hazinenin özel mülkiyetinde ya da Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan her türlü taşınmazda kurulabilecektir. Bu araziler, elektrik enerjisi üretimi yapmak amacıyla kullanıldığı için, Çevre ve Orman Bakanlığı veya Maliye Bakanlığı tarafından bedeli karşılığında izin verilerek, kiralama yapılarak, irtifak hakkı tesis edilerek veya kullanma izni verilerek tahsis edilebilecektir. Yatırım döneminde izin, kira, irtifak hakkı ve kullanma izni bedellerine yüzde elli indirim uygulanması, gerçek ve tüzel kişilerden kesin projesi, planlaması, master planı, ön incelemesi veya ilk etüdü DSİ veya EİE tarafından hazırlanan projeler için hizmet bedelinin alınmaması, enerji üretim tesis yatırımları, Bakanlar Kurulu kararı ile teşviklerden yararlandırılabilecektir.
[25] Belediye Kanununun 68. maddesine göre: Belediyeler dış borçlanmayı 4749 sayılı Kanun hükümlerine göre yapabilir. Belediyelerin iç ve dış borç stok tutarı, en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının VUK‘na göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarını aşamaz. Bu miktar büyükşehir belediyeleri için bir buçuk kat olarak uygulanır. Belediyeler en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının VUK‘na göre belirlenecek yeniden değerleme oranıyla artırılan miktarının yılı içinde %10‘unu geçmeyen iç borçlanmayı belediye meclisinin kararı ile, %30‘unu geçmeyen iç borçlanmayı ise meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ve İçişleri Bakanlığı‘nın onayı ile yapabilir.
[26] 5018 sayılı Kanuna göre, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri; bu Kanuna bağlı I, II, III sayılı cetvellerde yer alan idareler, yani; genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri, özel bütçeli idareler ve düzenleyici ve denetleyici kurumlardır. Sosyal güvenlik kurumları, bu kanuna bağlı IV sayılı cetvelde yer alan idareler, yani; Sosyal Güvenlik Kurumu ve Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü‘dür.
[27] Bu suretle yap-işlet-devret modeliyle sadece yapım işi değil, işletme, bakım, onarım gibi işler de yapım işi ile birlikte ihale edilebilecektir. Mevcut yasal düzenlemeler, yalnızca otoyol yapım işinin bakım, onarım ve tesis işletme işi ile birlikte ihale edilme olanağını vermektedir.
[28] Yürürlükteki mevzuata göre; köprü, tünel, baraj, sulama, içme ve kullanma suyu, arıtma tesisi, kanalizasyon, haberleşme, elektrik üretim, iletim, dağıtım ve ticareti, maden ve işletmeleri, fabrika ve benzeri tesisler, çevre kirliliğini önleyici yatırımlar, otoyol, demiryolu, yeraltı ve yerüstü otoparkı ve sivil kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ve benzeri yatırım ve hizmetler yap-işlet-devret modeli ile yapılacak işler arasındadır.
[29] TBMM seçimi dolayısı ile kadük olan 25.5.2007 tarihli ilk Tasarıdaki düzenlemede ikinci fıkra aynıydı. Birinci fıkra ise şöyleydi: "Bu Kanun kapsamında sözleşmeye bağlanan gölge ücretlerin karşılığı, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yılı bütçelerine ödenek olarak konulur." Anlaşılan 2007 yılının ikinci yarsından sonra IMF‘nin "faiz dışı fazla" çıpası yerine bütçe kanunlarına harcama ve yatırımlara sınır getiren çıpalar getirme önerisi dolayısı ile katkı payı ödeneklerine de sınırlama getirilmiş.
[30] 24. maddenin başlangıcında yer alan hüküm aynen şöyledir: "Tesislerin meydana getirilmesi için ihtiyar olunacak bilcümle masraflar 25 inci maddede yazılı esaslar dairesinde bu tesislerden istifade edebilecekler tarafından ödenir." Yapılan ek, bu cümleden sonrasına yapılmıştır.