MEMLEKET MEVZUAT DERGİSİ 36. SAYIDA YAYINLANAN SERHAT SALİHOĞLU‘NUN KÖŞE YAZISI:
HAVADAN SUDAN
Yerel Yönetim Seçimleri Öncesinde "Vaziyet ve Manzara-i Umumiye";
"Vaziyet ve manzara-i umumiye" sözü güçlü bir tarihsel göndermedir; Gazi Mustafa Kemal, 15-20 Ekim 1927‘de TBMM büyük salonunda Cumhuriyet Halk Partisi‘nin İkinci Kurultayında okuduğu tarihsel söylevine "19 Mayıs 1919‘da vaziyet ve manzara-i umumiye" sözleriyle başlamış ve altı gün boyunca 1919-1927 döneminin gelişmelerini, olaylarını, olgularını belgeleriyle ve destansı bir anlatımla değerlendirmiştir.
Bu noktada, 2008 Türkiye koşullarında "görünüm ve genel durum" çözümlemesine olan yakıcı gereksinimi dile getirmek istiyorum ama iki sorunumuz var: Birincisi bu çözümlemeyi kim yapacak; ikincisi bu çözümleme hangi temel değerler üzerine kurulacak?
Cumhuriyetin içinde bulunduğu durumun ve bu duruma yol açan gelişmelerin siyasi tahlili belki de hiç bu kadar gerekli olmamıştı. Bu tahlil, yerel seçimler öncesinde mutlaka yapılmalıdır çünkü bugünkü koşullarda yerel seçimler sadece yerel seçim değildir.
Bu tahlilin adresi, açıkça söylemek gerekirse, Cumhuriyet Halk Partisi‘dir. Kökü Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine giden ve Cumhuriyet değerlerinin sahibi ve varisi olan CHP‘nin bir ideolojik ve siyasal saldırı altında olduğunu da düşünürsek CHP‘ye neden böyle bir sorumluluk düştüğünü daha kolay anlarız. CHP, ana güç olarak "ulusal egemenlik" ve "tam bağımsızlık" düşüncesine sahip olan tüm siyasal ve sosyal güçlerle bu sorumluluğu birlikte üstlendiğinde yerel seçimler yeni bir başlangıç olabilecektir.
Şimdi çözümlemenin üzerine oturacağı temel fikirlere gözlerimizi çevirelim. Hep dile getirilir, bolca kullanılır "Cumhuriyet‘in temel değerleri". Nedir bunlar? Bu sorunun yanıtını aslında Söylev‘de bulmak olasıdır ya da şöyle diyelim: Cumhuriyetin kuruluş felsefesi Söylev‘in özünde vardır; Söylev bir kuruluşun anlatımıdır.
Dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, iktisadi ve siyasi tam bağımsızlık ile kayıtsız şartsız ulusal egemenlik Söylev‘in temel felsefesidir. Temel felsefe birbirinden ayrılmaz, ayrıldığında anlamsız olacak bu iki ana kaynağın bileşimidir. Birisi olmadığında diğerinden söz edilemeyecektir.
1919 sonrası süreçte tam bağımsızlığın ve ulusal egemenliğin adım adım inşasını görüyoruz. Millet egemenliği fikrinin gelişmesini 1908 Devrimi‘ne kadar götürebiliriz; bu fikir gerçek anlamını ancak Ulusal Kurtuluş Savaşı sürecinde ve TBMM‘nin çalışmalarına başlamasıyla bulmuştur. Şunu da söyleyebiliriz: Millet egemenliği fikri Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sürecinde ulusal egemenliğe doğru evrimleşmiş ve TBMM‘nin ülke kaderine el koymasıyla olgunlaşmıştır. Cumhuriyetin ilanından önce 1 Kasım 1922‘de Saltanat ve Halifeliğin birbirinden ayrılarak Padişahlığa son verilmesi ve Cumhuriyetin ilanından sonra 3 Mart 1924‘de Halifeliğin kaldırılması ulusal egemenliği gerçek anlamda ortaya çıkaran iki önemli gelişme olarak kaydedilmelidir. 3 Mart 1924 kanunları Laiklik Devrimi‘dir. Bu anlamda laiklik, ulusal egemenliği gerçek kılan ana düşüncedir; ulusal egemenliği laiklikten koparan düşüncelerin Cumhuriyet değerleri ile bir ilgisi yoktur; laiklikle bağı kopmuş bir "ulusal egemenlik" ancak anlamsız bir "millet egemenliğidir" ve gideceği yer sömürgeliktir.
Şimdi iş, Cumhuriyetin içinde bulunduğu durumu bu değerler ışığında somut gelişmeler, olaylar ve olgularla çözümlemektir. Tam bağımsızlık neden ve hangi gerekçelerle tehlikededir? Ulusal egemenliği ortadan kaldıran, aklımızdan silmeye çalışan, "kayıtsız şartsız ulusal egemenlik" bilincini yok eden gelişmeler nelerdir?
Şimdi bu işi yapacağız.