A. Müfit BAYRAM
Metin MUTAF
Dönüşümün İdeolojisi, Kent Merkezlerinin Durumu
1980‘li yıllar, neo-liberalizmin sağcısıyla solcusuyla herkesi etkilediği, mali liberalizasyonun ve özelleştirmenin (80 darbesinin yarattığı siyasi kaosunda etkisiyle) Turgut ÖZAL tarafından karşı çıkılamaz doğrular olarak topluma sunulduğu yıllar olmuştur.
1984 yılında üç büyük şehirde Belediye Başkanlıklarını ANAP‘lı adaylar kazandıktan sonra,, değiştirilen yerel yönetim yasaları ile sağlanan maddi olanaklar ve keyfi plan değişikliği imkan ve uygulamalarının da katkısıyla Belediye Başkanları büyük kentsel projeler üretmeye koyuldular. İstanbulda DALAN dönemi kentsel dönüşüm projelerinin plansız, programsız da olsa yapılmaya başlandığı yıllar oldu. Tarlabaşı Bulvarı, Gökkafes, boğazın yapılaşmaya açılması, vb. gibi bir çok proje doğa, tarih, yasa ve uzman tanımaz bir şekilde İstanbulun gündemine girdi.
Bu kapkaççı dönüşüm projeleri halen devam etmektedir. Dalan, Özal ikilisinin yargı kararlarıyla da onaylı İstanbula kötülük projelerinin en önemlilerinden biri olan Park Otel projesi, tüm yargı kararlarına rağmen rant avcılarının hedefi olmaya devam ediyor. Yakın zamanda İsrailli Oferlerece alınan bu alanın imar haklarının yeniden düzenlendiği ve rantın yaklaşık 20 katına çıkarıldığına ilişkin haber, 30.09.2006 tarihli Sabah Gazetesinde şu şekilde yer almıştır; "Kutman-Ofer‘e Park Otel piyangosu! Turizm Bakanlığı, Park Otel için hazırladığı yeni imar planıyla, sadece otel yapılabilecek olan arsada rezidans yapmanın da yolunu açtı. Geçen yıl Kutman-Ofer ikilisinin aldığı otelin değeri böylece 20‘ye katlanmış olacak".
Ankara‘da Güven Parkın altının otopark ve dolmuş otobüs terminali yapılmak istenmesi bu projelerden akıllarda kalan bir örnek. İzmir‘de deniz ile kentin ilişkisini koparan sahil yolu projesi, ikinci konut adı altında sahillerdeki betonlaşma hep bu dönemin (kenti ve kentliyi dönüştürme) projeleri olarak gündeme geldi.
"Kentsel Dönüşüm" konusunda ülkemizde ortaya çıkan ilk ciddi örnekler 1980 lerin ikinci yarısında Ankara ‘da şekillenmeye başlamış, Ulus Tarihi Kent Merkezi Yarışması yapılmış, bu projenin tamamlayıcısı ve Nazım Plana göre Merkezi İş Alanının 1. Aşaması olarak düşünülen Ankara Uluslararası Ticaret Merkezi Projesine bu dönemde başlanılmıştır.
Dünyadaki eğilimlere paralel şekilde, kamu ve özel girişimin işbirliğini öngören bu projeler 1989 yılında göreve gelen Ankara Büyükşehir Belediyesi yönetimi tarafından da ciddiye alınmış, Dikmen ve Portakal Çiçeği Vadisi projeleriyle birlikte dönüşüm projeleri olarak kamu oyuna sunulmuştur.
1994 yılında belediye yönetimine gelen Melih GÖKÇEK konut projelerini, rant amacını daha da belirginleştirerek devam ettirirken, kent merkezine yönelik projeleri unutturmayı tercih etmiştir.
Bu dönemde tüm büyük kentsel yatırımlar kentin çeperlerinde gerçekleştirilmiş (Göksu Park, Harikalar Diyarı, Bayındır Barajı, Gölbaşı park projeleri gibi), bu alanların civarında büyük konut projeleri planlanmış ve uygulanmıştır (bu alanlarda, bu projeler öncesinde ne gibi mülkiyet değişikliklerinin yaşanmış olduğu araştırılmaya değer bir konudur, ancak mülkiyet değişimlerini gösterecek tapu bilgilerinin doğrudan ilgilileri dışında vatandaşa kapalı olması bu izlemenin yapılmasını olanaksızlaştırmaktadır).
Buna karşılık kent merkezi (Ulus, Kızılay) gerek trafik düzenlemeleri, gerekse bakımsızlık nedeni ile (Zafer Meydanının, Güven Park‘ın, Ulus ve Hacı Bayram Meydanları‘nın durumu) fiziki ve sosyal olarak çöküntü mekanları haline getirilmiş, bu pisliği gören vatandaş nezdinde burada yapılacak ahlaksız çıkar operasyonların meşru görülmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
Dönüşümün Kaybedeni Olarak Esnaflar
Esnaf zor durumda. Kasım 2003 seçimlerinden önce esnafın ezildiğini söyleyerek, iktidara geldiklerinde büyük mağazaların yer seçimi ve çalışma zamanlarını düzenleyecek yasal düzenlemeyi yapacağını söyleyen AKP, iktidar olduktan sonra bu vaadini unuttu. İktidara geldiklerinden bu yana 3,5 yıl geçen AKP iktidarı, bu düzenlemeyi hala TBMM‘ne sunamadı (sunmakla da işin bitmediğini hatırlatmakta yarar var). Konunun birinci dereceden sorumlusu Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN (aynı zamanda eski TOBB Başkanı, yani ticaretle uğraşan tüm vatandaşlarımızın bir zamanlar en üst düzeydeki temsilcisi) bu konu açıldığında ceğiz‘li cağız‘lı cümlelerle konuyu geçiştirmeye çalışıyor. Sn Bakan en son olarak; yapıyoruz esnaf beğenmiyor, düzeltiyoruz büyük marketler beğenmiyor diyerek sorunu eşit güçler arasındaki bir görüş ayrılığı olarak değerlendirmiş, diğer bir deyişle sorumluluğu mağdur olan esnafa atarak, bu işin içinden sıyrılmaya çalışmıştır.
Hükümet bir yandan verdiği sözleri tutmaz, büyük mağazalarla ilgili olarak tüm batı ülkelerinde uygulanan kısıtlamaları geciktirirken, kazanılan bu süre içinde AKP‘li Ankara Büyükşehir Belediyesi harıl harıl yeni büyük mağazaların yapılması amacıyla plan değişiklikleri yapıyor. Son 2.5 yılda Et Balık Kurumunun çok düşük bedelle Gimatçılara satılan arsası üzerinde kurulmuş bulunan Akköprü Migros (yeni adıyla Ankamall), Etimesgutta bulunan Optimum en az iki kat büyüdü. Eskişehir yolunda yeni büyük mağazalar çok yüksek yapılaşma hakları ile inşaat halinde. İstanbulda kentin zaten trafik yoğunluğu en fazla olan kesimlerine yeni büyük alış veriş merkezleri yapılıyor. Yabancıların gözü, yerli mal satmayı neredeyse utanç ve değer kaybı vesilesi kabul eden bu mağzalarda.
Anlaşılan o ki, Ali COŞKUN bu yasayı çıkartmayı başardığında, kent içinde büyük mağaza yapılabilecek her yer zaten dolmuş olacağından yasanın pratikte hiç bir geçerliliği kalmayacak.
Esnaf dükkanının dışında bir metre kare yeri işgal etti diye başında boza pişiren belediyeler, konu büyük mağazalar olunca sus pus. Bu alış veriş merkezlerinin bazıları kaçakmış, ruhsatsızmış kime ne. Bu mağazalarda dolaşım alanı olarak ayrılan yerler, yasaya aykırı olarak modern işportacılara kiralanmış durumda. Bir yandan haksız kazançlar doymak bilmez midelere indirilirken, diğer yandan buralarda alış veriş yapan, buralarda çalışan insanların hayatı tehlikeye atılmaktadır. Herhangi bir yangın veya terör eylemi sırasında vatandaşın tahliyesi için kullanılması gereken dolaşım alanlarının işgal altında olması hiç bir gelişmiş ülkede görülemeyecek bir sorumsuzluktur.
Herhangi bir tehlike durumunda olabilecek can kayıplarının sorumlusu doğrudan bu mağazaların yönetimi ile projeye aykırı olarak buralara çalışma müsaadesi veren belediyeler olacaktır. Belediye ve büyük mağaza yöneticilerinin vatandaşın canına biçtikleri değer, koridorlardan alınan kiralar (gerçi bu kiraların düşük olduğu da söylenemez ya) kadar yüksek değildir. Seneler önce bitmiş binalarda yangın kaçış alanları yapılmasını isteyen belediyeler, konu büyük mağazalar olunca sus pus olmakta, projelerinde otopark görülen yerlere yapılan mağaza ve ticarethanelere ses çıkartmamaktadırlar.
Hiç büyük alış veriş merkezleri içinde dolaşan zabıta gördünüzmü? Malesef buralara zabıta girememektedir. Zabıta küçük esnafın peşindedir.
Melih GÖKÇEK tercihini yerli perakendeciden, yani esnaftan yana değil, hükümetin tercihiyle de uyumlu şekilde uluslararası perakendecilik şirketlerinin Ankara‘daki ağırlıklarının artırılmasından yana kullanmıştır.
Hiç kimse Kızılay veya Ulus‘un (hazır projeler olmasına karşın) iyileştirilmesi ve canlandırılmasından bahsetmiyor. GÖKÇEK‘in amacı esnafı kent dışına (Modern Çarşı ve Ulus Merkez Halinde gerçekleştirmeyi düşündüğü uygulamalar) atmak. Bu şekilde vatandaşı Kızılaydan, Ulustan kaçırıp alış veriş merkezlerinin "güvenli" duvarları içine hapsetmek. Bankalar dağıttıkları kredi kartlarıyla bu alış veriş merkezlerinde yapılan alış verişlere daha yüksek avantajlar sağlıyorlar.
Her gün milyonlarca kişiyi misafir eden Kızılay, Ulus bakımsızlıktan dökülmekte, yolları kaplayan işportacılara hiç kimse müdahale etmemektedir. Kızılayda, Sıhiyede, Ulusta her taraf yandaşlara dağıtılmış büfe ve simitçi tezgahıyla dolu.
Her eylemde, eylemci sayısından fazla polisi Kızılay da görmeye alışmış Kızılay esnafı, sorun kapkaç, işportayla mücadele veya, tinerciler olunca nedense ortada güvenlik güçlerini göremiyor. Esnafa özel güvenlik tutarak kendi güvenliklerini kendilerinin sağlaması gerektiği söyleniyor. Esnaf, kendi güvenliğimi dahi kendim sağlayacaksam niye vergi veriyorum diye soruyor.
Bırakın esnafı, devlet kamu kurumlarının güvenliğini bile özel kuruluşlara ihale etmek peşinde. Dünyanın her yanında kent merkezlerinde bulunan (vatandaşa en yakın yerde olmak amacıyla) kamu kurumları bile merkezden kaçıyor. Basından izlediğimiz kadarıyla, bu konudaki en son örnek Danıştayın güvenlik gerekçeleriyle kent dışına çıkmak istemesi.
Ülkemizde halen kullanım alanı 400 m2‘den büyük yaklaşık 5000 mağaza bulunmaktadır. Bu mağazaların perakendecilik sektöründeki ağırlıkları, esnafı yok etmek pahasına, hızla artmaktadır. Bu alış veriş merkezleri nitelikleri itibarı ile sadece tüketimin artırılmasına yönelik olarak tasarlanmış alanlardır ve ticari niteliğinin yanı sıra sosyal, rekreasyonel, kültürel ve eğitsel fonksiyonları bir arada barındıran kent merkezleri ile hiç bir benzerliği bulunmamaktadır.
Gelişmenin bu yönde olmasında ülkemiz perakendecilik sektörüne girmek ve ağırlığını artırmak isteyen yabancı marka ve perakendecilik şirketlerinin büyük katkısı vardır. Günümüzde bu tür büyük alış veriş merkezlerinde bırakın esnafı, yerli büyük markaların yer bulmakta güçlük çektikleri ciddi bir yakınma konusu olarak, bizzat ülkemiz iş adamları ve onları temsil etmek üzere kurulan sivil toplum örgütleri tarafından yüksek sesle dillendirilmektedir.
Sonuç
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, vb. bir çok ilimizde geleneksel ticaret merkezleri hızla çöküntü alanı haline gelmekte, buraların rehabilitasyonu ve yeniden canlandırılmalarına yönelik hiç bir proje, kentsel dönüşümü diline pelesenk eden merkezi ve yerel yönetim yetkililerinin aklına gelmemekte, buna karşın, İzmir Liman Alanı, Galata Port ve Haydarpaşa projeleri dillerden düşmemektedir.
Dubai gibi yoktan var edilen kentlerde yapılması uygun olan bu tür projelerin, tarih ve kültürüyle değer biçilemeyecek bir dünya mirası olan İstanbul, İzmir gibi kentlerimizde gündeme getirilmesi, potansiyel kazançların büyüklüğünü gösteren ve üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir husustur, bu gelişmelerin Doğu Avrupa ve Ortadoğu‘nun siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılandırılması kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Neo-liberalizm ve Dünya Kenti kavramlarıyla birlikte anlam kazanan "Kentsel Dönüşüm", kentsel rantların artırılarak, uluslararası finansman sisteminin bünyesinde yeniden dağıtımını öngören siyasi ve ekonomik bir projedir. Kaynakların yerli ve yabancı büyük semayeye aktarılmasını öngören bu dönüşümün küçük esnafında içinde bulunduğu toplumun geniş kesimlerine verebileceği tek şey, mülksüzleşme ve sürgünden başka bir şey olmayacaktır.
(*) Bu yazı Memleket Mevzuat Dergisinin 16. sayısında (Ekim 2006) yayımlanmıştır.