17 AĞUSTOS‘UN 10. YILDÖNÜMÜNDE DAHA BÜYÜK YIKIMLARA TAM GAZ GİDERKEN KONUŞMADIKLARIMIZ
Ahmet Müfit BAYRAM
YAYED Gen. Baş. Yardımcısı
17 Ağustos depreminin 10. yıl dönümünde yine aynı şeyi yapıyor, deprem bahanesiyle halkın sırtına yüklenen ve birçoğu halen süren katmerli vergilerin akıbetini, hala güçlendirilmesi yapılmayan okulları, hastaneleri, köprü ve tünelleri, deprem sonrası yapılan yapıların dahi nasıl oluyor da yaklaşık % 60 ının ruhsatsız veya ruhsat eki projelere aykırı olduğunu konuşmuyoruz.
Bir çok belediyede parayı verenin plan ve projeye aykırı dolayısıyla güvenli olup olmadığı tartışmalı binasına iskan alabildiği gerçeğini, deprem sonrası sözde daha güvenli binaların yapılmasına güvence oluşturacağı söylenerek oluşturulan özel yapı denetimi kuruluşlarının bırakın güvenli yapıların yapılmasını sağlamayı, yolsuzlukları engellemeyi, niçin bir çok yerde yanlışlıkların ve yolsuzlukların parçası haline geldiğini de konuşmuyoruz.
İmar faaliyetleri ile ilgili olarak doğrudan belediye başkanlarının da içinde yer aldığı ayyuka çıkan yolsuzluk ve rüşvet söylentilerini/haberlerini, insanların mülklerini ellerinden alan haksız parselasyon planlarını, kentsel dönüşüm adı altında yürütülen sözde imar uygulamaları sonucu evi başına yıkılarak yaşadığı yerden, komşularından koparılarak sokağa atılan dar gelirli toplum kesimlerinin barınma sorunlarını, deprem konutlarının yapımı ve dağıtımında yaşanan ihmalleri, haksızlıkları ve yolsuzlukları da konuşmuyoruz. Konuşmak bir yana, bal tutan parmağını yalar deyişi ile olumluyoruz adete.
Bunları konuşmuyoruz. Peki her yıl tekrarlanan hamaset nutukları bir yana, neleri konuşuyoruz 17 Ağustosların yıldönümlerinde.
Mimarisiyle, çevre düzenlemesiyle, ismiyle çirkin, uydurma ve özenti olan, birçoğu ucuza kapatılan kamu arazileri üzerinde, vergi ve harç avantajları sağlanarak, yandaş belediye meclislerinden çıkarılan ballı imar haklarıyla, yandaş şirketlerce yapılan sözde lüks konutların maliyetinin üç beş katı fiyatlarla ve dünyanın en pahalı konut kredisiyle vatandaşa nasıl pazarlandığını, vatandaşın nasıl bir kez de deprem korkusu bahanesiyle soyulduğunu mu konuşuyoruz?
Deprem sonrasında, daha sağlam kamu yapıları, okullar, kreşler, hastaneler, köprüler yapılabilsin, ihaleler yandaşlara değil işin ehline verilsin diye çıkarılan Kamu İhale Kanununun siyasi iktidar tarafından nasıl delik deşik edildiğini mi konuşuyoruz?
En ballı vergisiz kazanç olan kentsel rantın siyaset, tarikat ve beden dilinden anlayan bürokrat işbirliği içerisinde nasıl iç edildiğini, bu yolla siyasetin çıkar üzerinde yeniden inşa edilmesinin cumhuriyetimiz ve demokrasimiz açısından taşıdığı tehlikeleri, yabancı emlak şirketleri ve gayrimenkul yatırım ortaklıklarının ülkemize olan aşırı ilgilerini, emlak piyasasında şişirilen fiyatlar nedeniyle elde edilen dev karları mı konuşuyoruz yoksa?
Hayır, bunlardan da konuşmuyoruz.
Konut stokunun yenilenmesi bahanesiyle, çoğu yasal dayanaktan yoksun olarak, kamu gücü yasa dışı şekilde baskı amaçlı kullanılarak uygulamaya konulan kentsel dönüşüm adı altındaki vahşetten,
Bankalar uluslararası finans kuruluşlarından daha rahat borç alabilsin diye, konut kredisi alan vatandaşın konutunun "Mortgage" adı altında uluslararası sermayeye rehin verildiğinden, konut kredi taksitini iki ay ödemese borcu verenlerce evinin hemencecik elinden alınabilmesi için yeni yasalar çıkarıldığından, bütün bunların vatandaşa "kira öder gibi konut" yalanıyla yutturulduğundan da konuşmuyoruz.
Biz bunları konuşmadığımız için, tüm birikimlerimize, uzun yıllar boyuncu ödeyeceğimiz kredi borçlarını da ekleyerek aldığımız sözde lüks konutlar gelecekteki depremlerde de başımıza yıkılmaya, aileler parçalanmaya, çocuklar öksüz kalmaya, analar evlat acısı yaşamaya devam edecek.
Biz bunları konuşmadığımız için, yasa dışı yollarla birileri zengin olacak, belediyeler, kamu kuruluşları rüşvetin, yolsuzluğun gözde mekanı olmaya devam edecek, vatandaşın devlete güveni kalmayacak, güçlüler kamu imkanlarıyla palazlanmaya, güçsüzler sorunlarına çözüm bulmak amacıyla tanrıya yakarmaya devam edecek.
Biz bunları konuşmadığımız için, bu gün deprem bahanesiyle alınan haksız vergiler yarın başka sebepler uydurularak alınmaya, rantiyeden alınmayan vergi vatandaşın sırtına yüklenmeye devam edecek.
Biz bunları konuşmadığımız için, depremde hasar görmüş, yıkılma tehdidi altındaki binalar, işsizliğin, düşük ücretli ve güvencesiz işlerin kıskacındaki dar gelirli ailelere, devlete ait yurtlar yetersiz olduğu için üniversite öğrencilerine ucuz "yuva" olmaya devam edecek.
Bazı sözde ve saygın büyük müteahhitler, nasıl çürük bina yapıp, nasıl malzemeden çaldıklarını ve sağlam bina imiş gibi vatandaşları kandırarak sattıklarını utanmadan, hatta gururla anlatırken bizler bu durumun gerçek nedenlerini konuşmadığımız sürece bu yağmaların, bu insanlık dışı katliamın sorumluları utanmaz bir şekilde gazetelere demeç vermeye, devletin gözünün içine baka baka Uludağ milli parkının içine ruhsata aykırı binalar yapmaya devam edecek.
Biz bunları konuşmadığımız sürece, kendi para hırslarından dolayı konut görünümünde mezar yaptığını açıklamaktan dolayı bırakın utanmayı en ufak bir vicdan azabı dahi duymayan sözde insanlar kendi yaptıkları çürük binaları gerekçe göstererek, belediyelerle iş birliği içerisinde "kentsel dönüşüm" adı altında vatandaşın malı üzerinde yeni çürük binalar yapıp, vatandaşın malını vatandaşa ikinci kez satmanın yollarını arayacak.
Biz bunları konuşmadığımız için bu ülkenin toprakları yabancının eline geçecek.
Suçlular güçlü, suçsuzlar güçsüz olmaya devam edecek.
Peki bizlerin gelinen bu noktada hiçbir sorumluluğumuz yokmu?