YAYED
Toplumcu Belediyecilik Çalışmaları
28 Nisan 2012
ANKARA
Sonay Bayramoğlu: Hoş geldiniz.
Toplumcu Belediyeciliğin iki önemli boyutu katılım ve dayanışma konusu oluşturur. Bugün bunları konuşmak ve tartışmak için buradayız. Can Hoca’nın önerisiyle, toplumcu belediyecilik çalıştaylarını bölge toplantıları olarak sürdürmek istiyoruz.
Bölge toplantılarının ilkini Haziran ayı sonunda Malatya’da gerçekleştireceğiz. Ondan önce Trakya’da bir toplantı yapmayı düşünüyoruz, ama onun tarihi henüz netleşmedi. Bu tarih belli olduğu zaman zaten sizlerle paylaşacağız. Bergama’da yaptığımız kış okulu toplantısında Toplumcu Belediyecilikle ilgili iki ilkeyi derinlemesine tartışalım diye konuşmuştuk: Biri katılım, diğeri de dayanışma idi… Bugün katılım ilkesini açmaya ve tartışmaya çalışacağız.
Katılım konusunda Can hoca bir çerçeve sunuş yapsın, ondan sonra tartışalım. Müfit Bey kent yaşamı ve katılım üzerine fikirlerini söyleyecek. Ömer Bey ulaşım açısından katılım mekanizmalarını ve kent ulaşımı konusunda düşüncelerini söyleyecek. Yine katılımla ilgili Türkiye’deki en somut araçlardan biri olan Kooperatifçilik üzerine Dursun Bey konuşacak.
Kooperatifçilik her ne kadar son zamanlarda mevzuat değişiklikleri hayli zayıflatıldı ise de önemli bir araç. Tartışma konularından bir diğeri özellikle kent konseyi vb tip kent örgütlenmeleri katılım ve toplumcu belediyeciliğin katılım aracı olabilir mi? Buna dair bir tartışma yürütmek de anlamlı olacaktır. Kent konseyi meselesinin önemli bir eksikliğini Mehmet Gönenç Başkan Bergama Kış okulunda söz etmişti; bu tip konseyler ne yazık ki sessizlerin sesi değil zaten örgütlü kesimlerin kendilerini ifade ettikleri yerler. Temel ihtiyaçlardan biri sessizlerin sesini duyuracak katılım mekanizmaları kurmak. Elbette kent konseyinin ortaya çıkış amacının da yönetişim tipi bir katılım olduğunu, evet, hatırlamak gerekir. Bir başka ifadeyle yönetişim tipi katılım; bürokrasi, sivil toplum ve piyasa ortaklı bir katılımı esas alır. Dolayısıyla burada halkın katılımı diyebileceğimiz bir yapı yok; ancak meşruiyet sağlamaya dönük bir katılım aracı olarak düşünülmüştür.
Fakat Türkiye’de ilginç bir durum ortaya çıktı diye düşünüyorum Kent Konseyleri olgusunda; katılımı önemseyen demokrat kimliğe sahip insanların Kent Konseylerinde çalışması ve bulundukları kentler için çalışmaları kent konseylerinin ortaya çıkış amaçları ile Türkiye gerçeği arasında bir farklılık, bir çelişki yaratıyor. Bu nedenle midir araştırmak gerekir ancak Kent Konseyleri etkinliklerini fazla ilerletemiyorlar.
Sonuçta toplumcu belediyeciliği biz niye tartışıyoruz? Özellikle son dönemde bütün parlak ekonomik göstergelere rağmen hem Türkiye’de hem de liberal politikaların uygulandığı pek çok ülkede muazzam bir gelir eşitsizliği ve zengin yoksul derinliğinin arttığını görüyoruz. Belediyeler açısından şöyle bir çıkmaz yaratıyor: Devamlı piyasalaşmayı amaç edinen bir mevzuat değişikliği baskısıyla karşı karşıya belediyeler. Öte yandan yaşadığı yerde hemşerilerine, kentteki yurttaşlara sosyal yardım veya daha fazla sosyal hizmet sunmak zorunluluğu söz konusu. Bir yandan hükümetlerin belediye hizmetlerinin piyasalaşmasına dönük dayatması var diğer yanda işsizlik ve yoksulluğun artması ile kent sakinlerine daha fazla sosyal yardım aktarmak, hizmeti daha ucuz sunmak zorunda. Belediyeler bugün bu açından çıkmazdalar. İşte bu nedenle toplumcu belediyeciliği tam da tartışmanın zamanı. Özellikle yeni katılım mekanizmalarının geliştirilmesinin zamanı. Ben şimdilik burada bitirip sözü Can Hocaya vereyim.
Can Hamamcı: Teşekkür ederim… Katılımdan söz edelim, katılımı derinleştirelim dedik, katılım deyince çok güzel herkes kafasında bir şeyler canlandırıyor ama katılım nasıl olur, nasıl olmalıdır, kimler katılmalıdır, nasıl katılmalıdır, model nasıl üretilir? Başkan da çok güzel söyledi, sessizlerin sesi olsun da, bu nasıl ve hangi mekanizmalarla yapılacaktır? Bu zor… Çünkü Sonay’da söyledi örgütlenmiş kesim az da olsa katılma olanağı buluyor. Etkili oluyor mu, olmuyor tabi…
Katılmayı nereden ele alacağız, nereden başlayacağız, nereye kadar götüreceğiz ve bu nasıl örgütlenecek. Çünkü hiçbir şey örgütlenmeden kendiliğinden olmaz, gelip beni dinleyin derseniz birileri bir şeyler söyler… Söyleyen de söylediğiyle kalır ve gider, böyle bir şey de olmaz. Bunun ciddi olarak örgütlenmesi gerekiyor. İşte 1960’larda 70’lerde yurt dışında da bizde de ufak örnekler var bir takım komiteler vs. sesler duyuruluyordu, şimdi bunları yeni baştan gözden geçirmek lazım, nasıl duyuracağız? Birim olarak mahalleden mi başlayacak, mahalleden başlarsak bu mekânlar türdeş değil, küçük mahalleler var, büyük mahalleler var, sokak bazında mı örgütlenecek veya her semtte kendi içinde türdeş parçalar halinde ele alınıp onlar içinde birimler mi oluşturacağız?
Bu, dikkat edecek olursanız her yere göre değişen bir şey. Ama bunu göz önünde tutmadan da birim şu olsun diyemezsiniz. Ankara’dan biliyorum Çankaya ilçesi içinde bir mahalle var bir ilçe büyüklüğünde, onun yanında da küçük küçük dörder beşer sokaktan meydana gelmiş mahalleler de var. O halde elimizde katılıma esas olacak başlangıç noktası, somut olarak işe başlasak bir birim yok, önce bunu saptamak gerekiyor herhalde. Muhtemelen büyükşehir belediyesi sınırlarına değil, ama ilçe belediyeleri içerisinde bile orada da türdeşlik yoktur hepsi aynı değildir. Bu yüzden bizim öncelikle sesini duyamadığımız, duyulsun dediğimiz insanların hangi düzeyde görüşlerine başvurulacak, hangi düzeyde birimi saptamamız gerekiyor, bu olmadan olmaz. Ondan sonra bu birim hangi yollarla sesini duyuracak, bunların dilekleri nelerdir bu dilekler toplandığı vakit ne hale gelecek, nasıl işlenecek, nasıl politikaya dönüştürülecek ve katılım bir süreç olarak bütün bu olguyu kapsayacak mı yoksa tamam ne istiyorsunuz öğrendik teşekkür ederiz sizi burada bırakıyoruz mu diyeceğiz? O zaman bu olmaz, bu sahte bir katılımdır, anket de yapsanız aynı sonuç çıkar.
Katılım, eğer toplumcu bir açıdan bakacak olursanız, toplumcu belediyecilik bunun üzerinde yürürse, halk belediyesine sahip çıkar diyor isek, öncelikle insanlar ne istediklerini söyleyecekler, belediye şunları şunları yapsın, öncelikli politikası bu olsun diyecekler. Onlar alınacak yoğrulacak tek bir mahallelinin sözü ile de olmaz belki onların üst düzeyde katılımıyla olacak ve öncelikli işler neler olmalıdır, neler yapılmalıdır sorusu yanıtlandıktan sonra bunlar yapılacak.
Yalnız şeffaf olması lazım, ne yapmak istiyorsunuz, bu paraya bunun bütçesi şu olmalı, nereden para gelmeli… Buna daha fazla vatandaş katkıda bulunabilir, katılabilir mi ve nasıl yürür bu işler ve ondan sonra da bu işin sonuna kadar şu kadar para harcandı demek lazım.
Katılım sadece görüş alınsın, şu yapılsın değil, onun her aşamasında kararlara ve o kararların yerine getirildiğine yurttaş inansın, densin ki ondan sonra belediyeden ayrılmasın belediyenin tamamlayıcısı olsun. Yönetimle yurttaşın bütünleşmesini ancak böyle sağlayabiliriz. Çerçeve çizmek kolay belki ama buna işlerlik kazandırmak oldukça güç… Ama her şey güçtür ona bakarsanız, burada amaç bu güç gibi görünen mekanizmayı nasıl çalıştıracağız? Değişik konuları Sonay biraz önce söyledi, açıklamalarla katılabilirim ama her şeyi süreç içerisinde görelim. Bunu nasıl döndüreceğiz, bu kararları nasıl uygulamaya geçireceğiz, bu süreçte amaca ulaşabiliyor muyuz, ulaşamıyor muyuz? Belediyelerde bundan söz ediyoruz, ama şimdi örneğin kooperatifçilikten söz edebiliriz, kooperatifçilik aynı zamanda bir yönüyle dayanışmadır. Bir diğeri katılmak güzel, katılımda şu kararları uygulayalım diye bir politika çıktı, şu mahallede bu işi yapacaksınız ama mahallenin de katkıda bulunması gerekiyorsa, işgücü olarak, maddi olarak bu gene dayanışmaya girer. Onun için katılım ile dayanışmayı böyle ortadan böler gibi ikiye ayıramayız. Bunların ikisi de sosyolojik olarak iç içe geçmiştir ayırabiliriz belki, ama süreç içinde katılım ancak dayanışma düzeyinde olur. Bir de şu olması gerekir, yurttaşla yönetim arasındaki ilişkiyi, iyi kötü biliyoruz, yurttaş sürekli şikâyet eder yönetimden yakınır, ‘nasıl olsun’un cevabını vermez, ‘ne olsun’u vermez, onların ne istediğini bilemeyiz... 1960’larda bir süre uygulanmıştı toplum kalkınması… Sonra kentsel toplum kalkınması diye Ankara’nın gecekondu semtlerinde Dalokay zamanında birazcık uygulandı, orada halkın duyduğu ihtiyaçtan hareket edildi, Sizin ihtiyacınız ne, size belediye ne yapsın, bu ihtiyaç rasyonel olmaz her zaman, halkın her istediği şey rasyonel değildir. Ama bir kere onun istediğinden hareket ederseniz, bağlantıyı kurarsanız, o süreç içinde, siz halka onun hissetmediği ihtiyacı duyurmak zorundasınız. O onu görmüyordur, onun görmeyen gözünü açacaksınız, senin esas ihtiyacın şu diyeceksiniz. Tabi beraber çalışırken yönlendirmedir, onun da yolları vardır ama önemli olan, önce halkı harekete geçirmek, sürüklemek için onun duyduğu ihtiyaçtan hareket edeceksiniz, o gerçek değildir ihtiyaç olarak, ama güvenini kazanacaksınız, o süreç içinde de siz ona duyması gereken ihtiyacı, ‘ben size bunu yapmak istiyorum’u getireceksiniz. Ama gidip de ben size bunu yapacağım o zaman iyi olacaksınız, kalkınacaksınız, yoksulluktan kurtulacaksınız filan gibi laflar değil, sadece tamam bunu yapıyoruz diye yola çıkacaksınız. Onun bir nevi kavrayamadığı ama ona yapmak istediğinizi gerektiren toplumsal faydayı sağlayacak ihtiyaçlara da onu hazırlamak gerekiyor. Bu süreç o kadar da zor değil uygulandı ve çok başarılı örnekleri de oldu 1960’larda, sonra her iyi şey gibi, bu da terk edildi ve bir tarafta kitaplarda kaldı. Bu nedenle bu yöntemlerin hepsini de çıkarmak lazım, nasıl işbirliği yapacağız. Çünkü unutmayalım ki durum o kadar parlak, Türkiye’nin geneline bakacak olursak, Sonay’da söyledi merkezin politikaları neo-liberal politikalar, küreselleşmenin etkisi vs. ciddi sorunlar yaratıyor. Türkiye’ye özgü değil herhalde, Avrupa’da daha çok kişi ikinci kentsel şartı çıkarttı, başlangıcından itibaren diyor ki “neo-libelarizmin büyük yaralarını kapatmak için kentsel politikaları geliştirmek için biz bu kentsel şartı hazırladık.” Hepsinde sonuç olarak ayrımcı kentsel politikalara gittiğini görüyoruz. Şu anda da toplumcu politikaları uygulayan ender belediyelerimiz var. Onlardan bir tanesinin başkanı da aramızda, ama bunun dışında Ankara’ya bakacak olursanız, başka yerlere bakacak olursanız sürekli olarak zaten iktisat politikası gereği insanlar yoksullaşıyor, gettolaşıyor, kendi içine kapanıyor, yoksun olmaya başlıyorlar her şeyden. Bu yoksullaşmayla beraber ötekileştiriliyor ve hiç kimse çıkıp da Ankara benim kentimdir demiyor. Herkesin kendine ayrılmış bir alanı var. Bu pek çok yerde bunları bu durumdan kurtarıp kaynaştıracak, yoksulluğunu, yoksunluğunu, ötekiliğini üzerinden silip de hepimiz aynı kentin insanlarıyız, kenttaşız dediğimiz bir noktaya gelmemiz gerekiyor, amaç; sürecin sonunda oraya ulaşabilmek, bu kenti bütünleyici, kaynaştırıcı uyum politikalarını uygulayabilmek. Bunu uygulayabilmek için de o sessiz kitleyi, yoksunluğunun ve öteki olduğunun farkında olmayan ama kendisini iyi hissetmeyen insanları da harekete geçirmek gerekiyor. Dilerseniz hepimiz fikrimizi söyleyelim, detaylarından başlayalım, kimleri, nasıl katılıma dâhil edeceğiz ve bunun mekanizmasını nasıl öreceğiz, nasıl örgütleyeceğiz? Çünkü örgütlenmeden hiç bir hareket başarıya ulaşmaz. Teşekkür ederim.
Devamı için tıklayınız (pdf dosyası)