YAYED
YAYED
YAYED
YAYED
YAYED

Yerel Seçimler

E-Bülten

YAYED

Lokomotif / Hasan AKYAR

LOKOMOTİF

 

Anımsayabildiğim o kadar az şey var ki çocukluğumdan... Hayal meyal, kapkara bir şeyler geliyor gözlerimin ucuna, usumun kucağına;

O sıralar kendimi güçlü ve görkemli bir lokomotif sanırdım.

 

Evin çevresinde döner dururdum. Kimi zaman koşarak, kimi zaman oflayıp puflayarak. Yokuş yoktu ama ben ağır ağır kalkardım, bir de hızımı aldım mı, tut tutabilirsen. Ne kadar da uzaktı istasyonların arası! Gider de giderdim. Yorulmazdım.

 

Derman tükenince varırdım bir istasyona. Pencereden başımı uzatır, su verin diye tepinirdim. ‘Terli terli su içilmez’ derdi annem. Sırtıma, fanilamın altına kuru mendiller koyardı. Lavanta kokulu küçük havlular... Dayanamaz, yarım bardak da su verirdi, ılık. Suyumu aldım mı, kaynatırdım kazanı, sağa sola buhar püskürterek ayrılırdım perondan. Ve döner dururdum çevresinde evin. Elim, yüzüm istim karası… ‘Düşüp bir yerini kıracaksın’ diye seslenirdi annem. Tınmazdım.

 

Evin çevresi dışında sökmezdi lokomotifliğim. Raylar bir tek evin çevresinde serili. Rayları ben döşesem, makaslara kumanda etsem, kömürümü suyumu ben üretsem neden buralarda eyleyeyim? Çıkamazdım bir türlü rayların dışına. Çıkmazdım.

 

Oysa bu bahçenin altında başka bağlar, şu tepenin ardında başka dağlar, ol çalının kıvrımında ormanlar, o derenin ötesinde başka başka vadiler var, mutlaka… Eldekiyle yetinir, yerdeki raylarımla övünürdüm. Ötedekine; İmrenmezdim.

 

Raylar sürekli parlardı önümde. Sıcak ve yakıcı; kıvrımlı bir paralellik uzar giderdi. Tüneller hayal ederdim. Arada sırada, ayaklarımı sürüye sürüye ilerlerken birden gözlerimi kapar ve gidebildiğim kadar gözlerim kapalı ilerlerdim. Ve sonra yavaş yavaş göz kapaklarımı aralar, tünelden çıkardım. Ardından koşar ha koşar coşardım; bin sevinçle... Sayamazdım yanımdan akan telgraf direklerini, tutamazdım alçalıp yükselen telgraf tellerini. Telgrafın tellerine konan kuşlar nerede?  El sallardım gazete isteyen çobanların seslerine... 'Akşam oldu, gel artık içeri’ diye çağırırdı annem. Duymazdım...

 

Bilirdim ardımda onlarca vagonun olduğunu. Nereye gitsem, onlar da gelirdi peşimden. Sorgusuz, sualsiz… Hızlanınca ivmelenir, yavaşlayınca ağırlaşır, ben durunca onlar da hareketsiz kalırdı. Sesleri çıkmazdı. Bir tek ben ses verirdim. Uzun uzun öttürürdüm düdüğümü; püfür püfür tüttürürdüm bacamı… O yüksek atmosferik basınçta tam tepemde güneş, kavururdu. Pervane misali dönerdim ardışık ray çemberleri üzerinde. Yanmazdım.

 

Dalga dalga gül, leylak, hanımeli polenleri arasında süzülürdüm. Hızla yol alırken kimi zaman yakardı genzimi, yanık taş kömürü kokusu değil; körpe ıhlamur çiçekleri. Öksürür yutkunurdum. ‘Koşma, terleme’ diye uyarırdı annem. ‘Bak öksürmeye de başladın, hasta olacaksın’ derdi. Anlamazdım.

 

Biz alt katta otururduk, kirada. Bahçelievler, Birinci Cadde, Kırk Beş Numara... Üst katta, ev sahibi Aziz Dede! Tüm mahalle korkardı ondan, ben de… Sadece çocuklar da değil!

 

İki merakı vardı Aziz Dede’nin, eşdeğerde; Birin gül, birin kitap! Evin giriş katını kütüphane olarak kullanırdı. Raflar, raflar; raflar dolusu kitaplar... Boyum yetişmezdi üçüncü raftan ötesine. Cilt cilt, taze tutkal kokulu kitaplar… Şirazesi allı, formaları bağlı, renkleri tutku dolu kitaplar… Ne yazardı içlerinde, neler anlatırdı sayfalar; Okumam, yazmam mı var? Bilmezdim.

 

Bahçesinde ise her renkten, her türden yüzlerce gülfidanı... Titrerdi güllerinin, dikenlerinin üstüne. “Gülü, gül ile tartardı...” Güllerine dokundurmazdı. Dokunmazlığım, dikeninden sakındığımdan değil! 

 

Raylarım “aziz” “gül bahçası” içinde kıvrılırdı. Vagonlarımı gül dikenleri çizerdi kimi zaman, kan sızardı parlak sıcak siyahlığında lokomotifin. Sızlanmazdım...

 

Arka bahçeden Anıtkabir görünürdü o dönemler. Şimdi görünür mü bilmem. Çok yapı yükseldi aramızda. Duydum ki seksenlerin ortasında bizimkini de yıkmışlar, anılarıyla birlikte. Bahçesini de imara katarak üç kat daha çıkmışlar; gül ağacı köklerinin, küllerimin üstünde…

 

Bir de o zamanlar az biraz ötemizde, açıktan akan bir cılız dere vardı; ama yatağı geniş. Balgat taraflarından gelen. Suyu az ama hışmı çok! Ağır akar, alttan alır, salınıp giderdi. Taşları yosunlardı. Bir keresinde, babaannemle el ele, O atlarken ben geri çekilince düşmüştük tam ortasına. Sıvaştık o yoğun vıcık çamura…

 

Ne ağladım, ne haykırdım yardım istedim… Ama bir kuşkudur, içimi kemirir. Acaba paslanır mıyım? Kuzguni siyah rengim solar, parlaklığım söner mi diye?

Ama Beeen... Pas tutmazdım...

 

O sıralar kendimi, güçlü ve görkemli bir lokomotif sanırdım.


Ankara Yazıları kategorisindeki diğer başlıklar
YAYED Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği Ziya Gökalp Caddesi, No.30 Kat.5 D.17 06420 Kızılay / Ankara, (312) 430 35 60, yayedder@gmail.com
İşbu sitenin tüm hakları saklıdır. Web sitesi içerisindeki dökümanlar yazılar ve resimler kaynak gösterilse dahi, izin alınmadan başka web sitelerine, ticari yayınlara aktarılamaz, kopyalanamaz. © 2012
Web Tasarım